9:55 am Dış Politika, Siyaset

Çin’e Savaş mı Açalım Gazze’ye Asker mi Gönderelim?

Acıları yarıştırmak, acılar arasında üstünlük tartışması yapmak, kimin daha “mazlum ya da mağdur” olduğunu tartışmak ya da benzeri konular üzerinden toplumsal kavgalar üretmek kadar çirkin bir şey yoktur diye düşünüyorum. Ancak ülkemizde bazı olaylara verilen tepkiler izlendiğinde ters giden bir şeylerin olduğu da açıkça görünüyor.

Bu yazıyı da bir dertleşme ya da toplumsal özeleştiri yazısı olarak okumanızı rica ediyorum.

*

Osmanlıların idare ettiği dönem dışında Filistin coğrafyası hep savaş, göç ve işgallerin sahnesi olmuştur. İsrail’in bağımsızlığını ilan ettiği “el-Nakba” hadisesi, sonrasındaki Arap-İsrail savaşları ve Arap milliyetçiliğinin çöküşüyle ilerleyen süreç Filistin’de Müslüman nüfusun aleyhine bir durum ortaya çıkarmıştır. İsrail’in Filistin’de orantısız güç kullanarak gerçekleştirdiği katliamlar, Hamas’ın zaman zaman sivil-asker hedef gözetmeden saldırılar gerçekleştirmesi tarihin en büyük insanlık dramlarından birini ortaya çıkarmıştır.

7 Ekim’de neyi amaçladığı belli olmayan ve tek sonucu Gazze’ye kan ve gözyaşı getirmek olan Hamas saldırılarında pek çok sivil Yahudi hayatını kaybetti ya da esir alındı. Buna karşı arayıp da bulamadığı işle karşılaşan İsrail, Gazze’yi insansızlaştırmak için ağır bir saldırı başlattı.

Şunu ifade etmek istiyorum; bebeklerin, kadınların, savunmasız yaşlıların acımasızca öldürüldüğü bir saldırının makul görülmesi, meşru müdafaa olarak anılması ya da terörle mücadele olarak nitelendirilmesi bir insanlık ayıbıdır.

İsrail’in son saldırıları nasıl insanlığa karşı suç niteliğindeyse bu saldırılara kılıf bulmak da aynı niteliktedir.

Türkiye’de “efendim, Filistinliler topraklarını sattı ondan bunlar başlarına geliyor”, “kardeş, bunlar bize ihanet ettiler”, “bize ne canım, birbirlerini yesinler” mealinde görüşleri dile getiren azımsanamayacak bir insan kitlesi var. Bu tartışmaları görünce aklıma nedense hep Can Bonomo geliyor. Twitter’da sanatçı Can Bonomo’nun Musevi kimliğine atıf yapan bir kullanıcı “kardeş, Hz. İsa’yı neden çarmıha gerdiniz?” diye sormuş, Bonomo ise “biz germedik moruk, ben 87’liyim” diye cevap vermişti. Bahsettiğim iddialar yaşananların  -değil ama- gerçek sebebi olsun. Kundakta İsrail bombalarıyla paramparça olan bebeğin ya da hastanede yaralılarla uğraşırken evladının cansız bedeniyle karşılaşan doktorun günahı nedir?

Duyguları ya da merhameti bu kadar kaybetmemek gerekir.

Merhum Necip Fazıl’ın Reis Bey eserindeki konuşma aklıma geldi bu noktada: “Etmeyin Reis Bey, siz ağlayamazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz!”

Topyekün acı çeken bir toplumun derdini hissetmek, bir damla dahi olsa göz yaşı dökebilmek gerekir.

Türkiye maalesef bu konularda ya çok yapmacık ya da çok adaletsiz bir noktaya evriliyor.

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, TBMM’de çay ocağında Nescafe yasaklayarak zulme tepki gösterdiğini sanıyor. Uluslararası firmaların ürünleri sözde boykot edilerek bir sonuç elde edileceği düşünülüyor. Birileri Starbucks’ta oturan insanlara saldırıyor, kredi çekip aldıkları Coca-Cola’ları sokağa döküp Gazze’de birilerini kurtardığını zannediyor. Ama kimse 7 Ekim’den bu yana Türkiye’den İsrail’e giden 253 ticari gemiyi, TOGG’un büyük ortağı Anadolu Grubu’nun Coca-Cola’nın Türkiye’deki üreticisi olduğunu konuşmuyor. Ya da sokaklara kola dökülürken kimse İsrail’e 1 milyon euro destek olan Mercedes’i boykot edip Mercedes yakmıyor.

Bugüne kadar yürütmenin tek temsilcisi Sayın Cumhurbaşkanı dahil hiçbir yerden ciddi bir yaptırım kararı alınmadı.

Aslında AK Parti iktidarı ve Sayın Erdoğan bu sefer Filistin meselesinde dengeli ve tutarlı bir politika izleyerek sürece dahil olmuştu.

Erdoğan, Aksa Tufanı Operasyonu başladığında “Türkiye olarak bu sabah İsrail’deki hadiseler ışığında tarafları itidalle hareket etmeye, gerilimi tırmandıracak fevri adımlardan uzak durmaya çağırıyoruz” ifadelerini kullanmıştı. Ama kısa bir süre sonra AK Parti grup toplantısında “Hamas terör örgütü değil, kurtuluş ve mücahitler grubudur” söylemine dönüldü.

Benim buradaki tahminim, toplumsal tepkiye cevap verme ihtiyacı ve Saadet, Yeniden Refah, Gelecek Partileri gibi partilerin meseleye çok sert ifadelerle dahil olmasıyla toplumsal zemin yakalamalarının Sayın Erdoğan’ı o noktaya ittiği yönünde.

Bolca kınama ve sıfır icraatla geçen bir Türkiye politikasını bu süreçte izlemeye devam ediyoruz.

İnsani yardım noktasında ciddi girişimler olduğunu burada ifade edip hakkı teslim etmek de istiyorum.

Bütün bu tabloda dönüp baktığımızda ne hikmetse ben belli başlı bilinçteki insanlar dışında Huawei’yi boykot eden, MADO’dan alışveriş yapmamayı telkin eden ya da Çin mallarına karşı bir yaptırım çağrısı yapan Müslüman Türk evladı göremiyorum.

Ne alaka derseniz söyleyeyim…

Bugün size uzak gibi görünse de Doğu Türkistan diye bir coğrafya var. Okullarda öğrendiğiniz Kaşgarlı Mahmud’un memleketi olan Kaşgar’ın içinde olduğu bir coğrafya.

Ve bugün bu coğrafyada insanlığa karşı suç işlendiği hatta soykırım yapıldığı Birleşmiş Milletler’den tutun pek çok sivil toplum kuruluşuna kadar kabul edilen bir hadise.

Bugün Çin Komünist Partisi, Doğu Türkistan’da oruç tutmayı, camiye gitmeyi, Kur’an okumayı çeşitli düzeylerde yasaklıyor.

Bugün Çin Komünist Partisi Müslüman Türklerin evlatlarında İslami isimler koymasını, sakal bırakmasını ya da Türkiye’de okuyan çocuklarıyla iletişim kurmasını engelliyor.

Bugün Çin Komünist Partisi kurduğu sözde “yeniden eğitim kampları” ya da doğrusuyla Nazi dönemiyle yarışır nitelikteki toplama kamplarıyla zulüm üstüne zulüm yapıyor.

Katliamlar, haksız idamlar, işkenceler üst üste yaşanıyor.

Müslüman Türk kimliği, Uygur, Kazak, Kırgız kimlikleri yok ediliyor.

Kısacası Doğu Türkistan “profesyonelce” yok ediliyor.

Doğu Türkistan’da İsrail’in füzeleri yok ama sessiz bir soykırım var.

İşte bu soykırımı yapanlara Türkiye’de hiç mantıklı ya da mantıksız tepkiler verilmiyor.

Toplama kamplarının teknolojik altyapısını kuran Huawei’ye Batı yaptırım uygularken bizde ses çıkmıyor.

Starbucks’ta kahve içen vatandaşları taciz edenler, Doğu Türkistanlıların basın açıklaması yapmak istediği ama bu programı “Çin’deki yatırımlarımız zarar görür” diye iptal ettiren MADO’ya tepki göstermiyor.

Toplumun büyük çoğunluğu gerçekleri göremiyor ve Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler için gözyaşı dökemiyor.

Siyasetçiler “Çin’e savaş mı açalım?” diye sorarken, birkaç yıl sonra “Gazze’ye savaşa gitmeye” niyetlenebiliyor.

Trajikomik bir toplumsal tepki anlayışımız var.

Bu anlayış siyasetçileri de şekillendiriyor. Hz. Muhammed’e atfedilen “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” sözü Türkiye’de adeta ete kemiğe bürünüyor.

Türkiye; millî, dinî ya da insani bağları olan ve zulüm altında olan toplumlar için ulusal çıkarlarını da önceleyerek çok boyutlu tepkiler gösterebilmeli, toplum da bu yönde bilgilendirilmeli ve bilinçlendirilmelidir.

Ne Gazze’ye asker göndermek ne de Çin’e savaş açmak bugünkü Türkiye’nin işi değildir.

Ancak bu kadar da sığ, vurdumduymaz ya da bilinçsiz olmamamız lazım.

Her türlü cehaletten beslenen siyaset kurumu bunu istese de bu halden bir çıkış yolu aranmalıdır.

Biraz duygusal, biraz rasyonel bakışla kaleme aldığım bu yazıyı okuyanlar ya da benim gibi düşünenler umarım bu çıkış yolu için emek sarf ederler.

*

Kaşgar’dan Gazze’ye zalimin zulmü altında inleyen mazlum ve mağdurlara Allah’tan yardım, İslam dünyasına bu yardıma vesile olma iradesi ve şehitlerimize rahmet diliyorum.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 150 times, 1 visit(s) today

Close