Charlotte Wells imzalı Aftersun (2022), 90’ların sonunda Ege kıyılarında bir tatil beldesine yolculuğa çıkan baba kızın yas, melankoli, hüzün duygu durumlarıyla hasıl olan anlarını kadraja alıyor.
Benliği çepeçevre saran hasretin sızısını, melankolik bir tebessümle gamzelerine gizleyen baba kızın hep eksik kalan ve yekpare bir imgeye sığdırılamayan anlarının gölgesi düşüyor suretlere. Deklanşör sesiyle açılan filmde; polaroid karelere, piksel piksel görüntülere, belirsiz yüzlere hep sarının hüznü eşlik ediyor.
Kimileyin baba kızın muziplikleri kimileyin depresif ruh hallerine çare niyetine formdan forma girdiği Tai-chi dans figürleriyle hüznün baskın sarı tonları soldurulmaya çalışılıyor. Böylesi anların biricikliğiyle gelecekte geri dönüşlere fırsat tanıyan çokça sarı, az biraz mavi renk kontrasta sahip fotoğraf albümünden hallice imaj ve video kayıtlarla oldukça afektif görsel malzeme sunuyor.
Dijital el kamerasıyla acemice kayda alınan videolar pastel tonlarla geçmiş, şimdi ve gelecek arasında dolaşıp duran anları epizodik belleğin kuytularına saklıyor. Ruhun boşluklarını özlenenle tamamlama çabasının dayanılmaz ağırlığı sessizliklere, kısa ve kaçamak bakışlara sirayet ediyor çoğu kez. Kamera açıları ve hareketlerinin ters yüz edilişiyle seyirciye yarım kalmışlığı, bir aradayken bile çekilen hasretin derinliğini hissettiriyor film. Bu hissiyatı yaşatan sekans-planı dekupaja tabi tutmadan uzamı genişletiyor, zamanın akışını yavaşlatarak geçmişteki anları hatırlama biçimlerini kavi kılıyor.
Muğla-Fethiye kıyılarının alabildiğine yeşil koyları, sarp dağları, masmavi denizi ve antik kentleriyle görkemli bir yaz rüyasının içindeymiş hissi veren atmosferiyle 90’lar Türkiye’sinin bacasız sanayisini, eğlence kültürünü ve sosyal toposunu kare kare görselleştiriyor.
Diğer yandan, çocukluk deneyiminin farklılığı üzerine izlek sunan bir sekansta Sophie ve babası havuz başındayken bir ailenin çocuklarını işaret ederek onlarla tanışmasını salık veren Calum’a kızının verdiği “Onlar daha çocuk” yanıtı Sophie’nin kendi akranlarıyla bağ kurmayı geri çevirmesi o dönemin haletiruhiyesi içinde ebeveyn-çocuk ilişkilerine dair çarpıcı dinamikleri kamusal alana taşıyor.
Ergenliğinin başlarında olan Sophie, tatil beldesinde yetişkinlerin dünyasını gözleyerek güvenli bir mesafeden cinselliğinin keşfine varıyor aynı zamanda. Sualtı bir çekimin olduğu sekansta polaroid çekimli analog kamerayla birbirlerini kayda aldıktan sonra şezlonga uzanan Sophie ve babası arasında geçen diyalogda “Aynı gökyüzünün altında aynı güneşi görüyoruz, aslında beraberiz.” sözleriyle uzakken yakın hissetmenin yani mesafeler fersah fersah olsa dahi aklen, kalben ve ruhen bir arada hissetmenin mümkünlüğünü ifade ediyor.
Sophie, babasıyla geçirdiği her ânı sonsuz bir uzama teyelleme arzusu içinde hasretini melankolik sarıya boyuyor. Calum, arkadaşıyla Londra dışında bir ev tutacağına dair gelecek planını anlatırken “Geldiğin zaman kendi odan olmuş olur?” sualine mukabil Sophie, “Tamam/ Peki sarıya boyayabilir miyim?/ Düşüncesini seviyorum” diyerek bir tür melankoli sarısına bürünen hislerle kaybın yasını tutuyor.
Filmin birkaç sekansında sarı tişörtüyle gördüğümüz Sophie’nin imgeleminde babasının vedası sonrası kulakları çınlatan sarı kahkaha yankılanıyor. Baba Calum ise kolayca kelimelere dökemediği hislerini, -mış gibi yapmanın yorgunluğunu bir omuzda ağlayarak teselli etmenin noksanlığıyla bu hayata uzun süre tutunamayacağını söyler adeta. Öyle ki filmin bir sahnesinde “Kendimi 40 yaşıma kadar düşünemiyorum açıkçası/ 30 yaşıma kadar geldiğime bile şaşırıyorum” diye dile getiriyor. Calum, yaşama sevincinin kaybını kızına hissettirmemeye çabalamaktan yorulduğu duygusunu veriyor böylece.
Bu sahneye paralel Sophie, babasına “Harika bir gün geçirdikten sonra… eve döndüğünde yorgun ve keyifsiz hissedip hiç hareket edemeyecekmiş gibi hissettin mi?/ Her yerim ve her şey yorgun gibi/ Batıyormuşsun gibi/ tuhaf bir his” sözlerine karşın o sırada Calum, aynaya ağız dolusu tükürerek varoluşuna neşe katan her anın ardından hissedilen yalınkat hüzne isyan eder.
Gezi turu dönüşü sırasında gezdikleri antik meydanda tur kafilesiyle beraber babasının otuz birinci yaş gününü kutlayan Sophie’nin zarafetine karşın pürkırık bir tebessüm etmekle yetinir Calum. Hemen bir sonraki sekansta ise otel odasında sırtı kameraya dönük bir biçimde hıçkıra hıçkıra ağlayan Calum görünür, bu dinmeyen acı bağrımıza bir yumru gibi oturur.
Sophie ve babasının bir yaz güneşi sonrası polaroid hatıra fotoğrafı çektirdiği sahnede sözlerini Aylin Atalay’la kaleme alan bir Candan Erçetin bestesi olan “Gamsız Hayat” filmin duygu dozunu katbekat çoğaltır.
Sophie ve babası (“Keşke daha uzun süre kalabilseydik/ Keşke”) son bulması istenmeyen tatilin ardından beliren buruklukla kalakalırlar. Kamera kaydıyla başlayan film yine kamera kaydıyla biterken Sophie’nin “Hoşça kal” ânını donduran karenin akabinde kamera açısı yer değiştiriyor ve tüm o ayrık mekanlar bütünleşerek tek bir çekime dönüşüyor. Netice itibarıyla Charlotte Wells, filmin finalinde kurguladığı mizansenle Sophie’nin belleğinde biriktirdiği anların dolayımıyla onu içten içe kavuran vuslat hasretini nihayete ulaştırıyor.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.
** Bu yazıya şu şekilde atıf verebilirsiniz:
Ümit Gündoğdu, “Bir Yaz Güneşi Sonrası: Melankoli Sarısı”,
https://www.fikirtepemedya.com/umit-gundogdu/bir-yaz-gunesi-sonrasi-melankoli-sarisi/ (Yayın Tarihi: 14 Nisan 2024).
***Bu yazıyı PDF olarak indirebilirsiniz: