8:52 am Adem Yılmaz, Siyaset

Politikasız Politika: İzmir’deki O Sahipsiz Sokak

Olayları olay, hataları hata, bilgisizliği sorun olmaktan çıkaran aşırı yorum, kulağa sadistçe gelebilecek şekilde politik alanı ele geçirdi.

Yorumların aşırılığı sadece ve her şeyden önce çeşitliliği, çok anlamlılığı yani farklı bakış açıları anlamına gelmiyor. Aşırılık, onulmazca ısrarda yatıyor.

Daha da ötesi, Thomas Bernhard’ın Kireç Ocağı’nda söylettiği gibi, her şeyi yalnızca iddia eden gürültülerden resim oluştu karşımızda. İddia etmenin ve bu yönde ısrarın bilmeyi, eleştirelliği önemsizleştirdiği bir gevezelikler yığını, Milan Kundera’nın Şaka’da dikkat çektiği durumla, paylaşılan kusurların kardeşliğinde hüküm sürüyor.

İddia ve paylaşılan/göz ardı edilen kusurlar, aşırı yorumu, yani o onulmaz ısrarı var eden nitelikler…

Aşırı yorumun bu niteliklerle bağlantılı diğer yönü, bilginin belirli filtrelerle sunulduğunu göz ardı etme eğilimi… Güncel gelişmeler hatta geçmişe dair olgular bile belirli süzgeçlerden geçirilerek sunulur.

Oysa tarafsız bir süzgeç yoktur, süzgecin kendisi bile bir taraflılığın kanıtıdır esasında.

Belirli bir süzgeçte ısrar etmenin kendi başına bilimsellik ya da tarafsızlıkla bir alakası yoktur.

Bilimsellik, süzgecin kendisini ön koşul olarak kabul eder, sonuçlarını o süzgeç bağlamında ortaya koyduğuna dikkat çeker.

Aşırı yorum, her ne kadar giderek bilimselliğin gölgesi ve meşruiyetini kendine siper alsa da bilimsel bilgiye telafi edilemez zararları verir. Süzgecinden geçirdiği verileri ve elde ettiği sonuçları amentüsü kılarken başka süzgeçleri itham eder. İtham etme konumunu kendine hak görür.

Bu bakımdan, günümüzde “fenomen” bilimciliğin bilimselliğe verdiği zararı en azılı teolojiler veremezdi.

Toplum Yok, Çifte Aşırılık Var

Fenomen bilimciliğin hamisi sol-liberal bakış açısı, kendi görme biçiminin dışında bıraktığı kesime, kısacası çoğunluğa sadece ahlaki ve hukuki sorumluluklar yükleyerek onların çekincelerini, taleplerini önemsiz kılmanın işleyeceğini düşünen bir tek boyutluluğa sahip…

Bu tek boyutluluk, sol-liberal zihniyeti egemenlerin elinde kullanışlı bir araç kılarken onu da takıntılardan ibaret bir dar görüşlülüğe hapsetti.

Aşırılık, tek biçimciliğe karşı olanların başka bir tek biçimliliğin hükmü uğruna çoğunluğun kaygılarını yok saymasıyla büyüdü, büyüyor.

Burada sadece söylemsel ve ahlaki bir ithamdan söz etmiyorum. Bu tek boyutluluğun içinde yaşadığımız dünyada politikadan ne anlamamız gerektiğine etki etmesini etik bir sorun olarak görüyorum.

Çünkü sol-liberal zihniyet, demokratik enerjiyi ortak iyinin tecellisi, maddi refahın sağlanması ve birlikte yaşamayı mümkün kılacak toplumsal ilkelerin güçlenmesi yönünde kullanmıyor, aksine bu enerjiyi toplum duyumu aleyhine kullanıp farklı kesimlerin siyasal enerjisini aşırılaştırıyor.

Üstelik bunu, hukuk adına yaptığını iddia ediyor. İddialarını, yukarıda belirttiğim gibi aşırı yorumun çerçevesinde bir şekilde haklı kıldığına inanıyor, inandığı için ezberlerinden şüphe etmiyor, özeleştiriden kaçınıyor. Aşırı yorum ise bu kesinliğin ve kaçınmanın estetik bir pratiği… Bu yüzden, zamanımızın en büyük teologları sol-liberallerdir, derken ad hominem bir yargıda bulunmuyoruz, bir zihniyetin görme ve duyma biçimine dikkat çekiyor oluyoruz.

Elimizde, geçim sorunu, geleceğe dair ya da gündelik kaygıları, refah sorunu olan ve toplumun zeminini kuracak mevcut bir çoğunluk kalmayınca ya da çoğunluğun değer setleri çağdışı kalıntılar olarak resmedilince, her şey farklı kesimlerin bir aradalığı üzerinden kurgulanınca siyasal enerji, aşırıya kaçarken “aşırı sağ yükseliyor!” çığlıklarının muhatabı oluyoruz.

Fakat bu zihniyetin yol açtığı tek aşırılık, kesimsel aşırılıklar değil… Politik kurumlara güveni, toplumsal aidiyeti zedelenen ve hatta bu aidiyeti üzerinden itham edilen yurttaşlar, Jacques Ranciere’in ifade ettiği gibi bireysel aşırılığa kapılıyor, tüm enerji bu boyutta tüketimci benliğe, bireysel tatmine odaklanıyor. Sokaklarında yürümenin imkânsız olduğu sıkış tıkış tatil beldeleri haberleri de bunun örneği, değil de nedir?

Bir yanda, öne çıkınca ortak yaşamı mümkün kılacağı iddia edilen kimlikler farklılık vurgulu aşırılığın pençesinde söylemsel karşılık bulurken diğer yanda yaşam tarzları avm’sinde bir iki mağaza daha gezebilmek için çırpınan “bireyler” dolanıp duruyor.

Bu manzarada toplum yok, toplumsal kalkınma odaklı politika yok.

“Aşırılıkla” İtham Edilebiliriz

Sizlere Türkiye’de bu iki aşırılığı zaman zaman az, zaman zamansa çok temsil eden siyasi partilerden söz edebilirim. Biri, anlaşılmaz temel hak metinleriyle, hukuk diye diye siyaseti, öteki diye diye çoğunluğu unutmasıyla meşhur ve tek varlık sebebi bir zamanlar parçası olduğu iktidardan uzaklaşması/uzaklaştırılması olan grotesk bir yapı… Diğeri ise kemik tabanını yaşam tarzı korkusuyla bir arada tutan ve asıl meşruluğunu, tezat oluşturacak şekilde, geçmişten aldığını iddia eden bir parti… Bir ipucu daha… İlki, hiçbir toplumsal karşılığı olmadığı yerel seçimlerde görülmesine rağmen, ikincisi sayesinde mecliste…

Aşırılıkla itham edilme riskine karşı belirtmem gerekiyor. Eleştiri iki temel nosyonu içerir: Birincisi, eleştirilen olgu ya da failin kabulü, ikincisi ise onların sınırları ya da sınırsızlığının yol açtığı iyi/kötü etmenleri saptamak…

Ben bu yazıda, kendi ölçeğinde, politika görünümlü politikasızlığın siyasi aktörler için pek geçer akçe olmadığını, aşırı yorum ve onun çerçevesi sol-liberal zihniyetin bu politikasızlığı politika görünümünde sürdürdüğünü ifade ediyorum. İthamların mesnetsizliği fenomenliğin ve haklılık inancının boyutuna göre değişince belirtmek zorunda kalıyoruz. Tam da bu zorunluluk, anlamak yerine itham etmeyi mesken tutan bir karmaşanın politikayı, bakış açılarını ele geçirdiğini gözler önüne seriyor.

Peki, bu ne anlama geliyor?

İzmir’de denize dönmüş sokakta, karşıdan karşıya geçerken akıma kapılarak hayatını kaybeden iki insan için bir şey söylemeyen ve asıl odağı bu olmayan siyasetin, fanteziden ibaret olduğu anlamına geliyor.

Çünkü o sokak, sol-liberal, sağcı, solcu, az liberal, çok komünist, politik, apolitik dinlemiyor, hepimizin sokağı…

Aşırı yorumlar, estetik dışlamalar ve politik hıncın konforu ardına sakladığınız politik sorumluluğunuzu hatırlatmak anlamına geliyor.

Politik sorumluluğu zerre duymayan zihniyetin, ne temsil ettiğini iddia ettiği farklı kesimlere ne de çoğunluğa dair bir şey söyleyemeyeceğini, zaten söylemediğini hatırlatmak anlamına geliyor.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

** Bu yazıya şu şekilde atıf verebilirsiniz:

Adem Yılmaz, “Politikasız Politika: İzmir’deki O Sahipsiz Sokak” https://www.fikirtepemedya.com/siyaset/politikasiz-politika-izmirdeki-o-sahipsiz-sokak/ (Yayın Tarihi: 14 Temmuz 2024).

***Bu yazıyı PDF olarak indirebilirsiniz:

Visited 72 times, 1 visit(s) today

Close