11:14 am Siyaset, Tarih • 2 Yorum

İttihatçıların Milliyetçiliği Üzerine: Osmanlıcılık mı Yoksa Türk Milliyetçiliği mi?

İttihat ve Terakki’yi Osmanlıcıydılar diyerek Türkçülük, Türk milliyetçiliği tarihinin dışına itmek ancak bir ideolojik körlüğün sonucudur.

Son dönemde İttihat ve Terakki ile Türk milliyetçiliği arasındaki ilişkiyi belirsizleştirme, bulanıklaştırma ve Osmanlıcılık kavramı üzerinden İttihatçıların milliyetçiliği tartışmaya açılarak Türk milliyetçisi zihinlerde şüpheler oluşturulmaya çalışılmaktadır. Oysa bir siyasi hareketin milliyetçilik çerçevesinde değerlendirilmesi yapılırken tarihsel koşullar, politikalar, eylemler ve davranışlar dikkate alınmalıdır. İttihat ve Terakki ile Türk milliyetçiliği arasındaki bağın daha iyi anlaşılabilmesi için Türk kavramının, Türk kimliğinin, Türk milliyetçiliğinin de hangi süreçlerden geçtiği doğru bilinmelidir.

Bir millet tanımlaması olarak Osmanlıcılık Tanzimat döneminde gelişen ve Jön Türkler tarafından savunulan bir fikir akımıdır. Teritoryal milliyetçilik anlayışı olarak değerlendirilmesi gereken yani vatan odaklı milliyetçilik açısından ele alınması gereken Osmanlıcılık düşüncesi, yüzyıllardır birlikte yaşamakta olan Osmanlı vatandaşları için Osmanlı topraklarının kutsallığını, bu kutsal vatanda yaşayan bütün halkların bir Osmanlı milleti oluşturduğu varsayımına dayanmaktadır. Osmanlı’yı parçalamadan ayakta tutma arzusunun somut yansıması olan Osmanlıcılık ile Osmanlı bünyesindeki bütün milliyetler tatmin edilerek bağlılıkları pekiştirilmek istenmiştir. Yeni bir millet ve vatandaşlık tanımlaması yapılmıştır.

Bir üst kimlik yaratma çabası olarak hatta yapay bir milliyetçilik olarak üretilen Osmanlıcılık, imparatorluğun “en uzun yüzyılında” bir kurtuluş reçetesi olarak ortaya çıksa da Osmanlı Devleti bünyesinde varlığını sürdüren gayrimüslim azınlığın Batı’nın kışkırtmaları neticesinde Osmanlı’dan kopmalarına mâni olamamış ve başarısız olmuş siyasi bir projedir.

Geleneksel millet sistemi çözülme yaşayan Osmanlı’da Tanzimatçılar resmî bir söylem olarak Osmanlıcılığa sarılmış ve Osmanlı Devleti’ni yaşatabilmenin bir Osmanlılık milleti fikrinden geçtiğini düşünmüştür. 2. Meşrutiyet döneminde kaleme alınan metinlerde Osmanlıcılık tanımı genel olarak şöyle yapılmaktadır: “Şu vatân-ı mukaddesde yaşayanların aynı emel, aynı his ve aynı fâ’aliyet ile refâh ve şirâze-i intizâmı…”

Şükrü Hanioğlu, dönemin siyasi koşulları ve Avrupa’da ortaya çıkan fikrî tezahürlerin etkisi üzerinden Osmanlıcılığı; “…Fransız İhtilâlinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunlarından başlıcası haline gelen çeşitli unsurların bağımsızlık hareketlerini ve İmparatorluktan kopma çabalarını, her türlü etnik milliyetin üzerinde Osmanlılık kavramı yaratarak önlemeye çalışan siyasal ve düşünce hareketine…” verilen isim olarak tanımlamaktadır.

Selçuk Akşin Somer de Osmanlıcılığı “İmparatorluk dâhilinde yaşayan farklı dinsel ve etnik grupları tek bir “Osmanlı milleti” olarak kabul eden ve bu unsurları ortak imparatorluk ideali çerçevesinde birleştirme yaklaşımına Osmanlıcılık diyerek tarif etmektedir.

Geleneksel Osmanlı devlet ideolojisinden bir kopuşu da ifade eden Osmanlıcılık, yöneten-yönetilen ayrımını esas alan ve toplumu dinî-mezhebî aidiyetleri üzerinden sınıflandıran Osmanlı anlayışının terk edilerek vatandaşlık ve hukuki eşitlik temelli yeni bir üst kimlik yaratma girişimidir.

Osmanlılık üzerine kurulu bu politik kimlik algısı birleştirmenin aksine önce gayrimüslim azınlıkta, sonra da Türklerde kimlik arayışını hızlandıracak ve Osmanlılık aslında İttihatçıların da sahiplendiği biçimiyle içinde barındırdığı millet-i hakime fikri ile zaman içinde Türk milliyetçiliğine dönüşecektir.

Osmanlılık fikrinin savunucularından Ahmet Midhat Efendi, Üss-i İnkılab yazısında millet-i hakime ile Türklük vurgusu yaparken Necib Asım da Türkleri Osmanlı İmparatorluğu’nun “yönetici milleti” olarak adlandıracak ve yeni dönemde de bu durumun devamını isteyecektir. Hatta meşhur İttihatçı karşıtı Ali Kemal bile Türklerin imparatorluğun kaderini tayinde daha fazla rol oynayabileceğini sürerek aslında Osmanlıcılığın merkezindeki Türklüğe vurgu yapacaktır. Ali Suavi Türk kavramını sürekli kullanarak Orta Asya’daki Türkleri kardeş olarak nitelendirecek, Şinasi meşrutiyet ve cumhuriyeti savunacaktır.

Osmanlı Devleti’ndeki kimlik politikalarını inceleyen Şükrü Hanioğlu Birinci Dünya Savaşı’na kadar üç evreden geçen Osmanlıcılığın ilk evrede dinler arası eşitliği amaçladığını ama Müslüman hakimiyetinin devam ettiğini, ikinci evrenin gayrimüslim azınlıklar tarafından bir tür gizli Türkleştirme olarak anlaşıldığını, üçüncü evrede ise İslami değerlerle meşrutiyetçiliğin bir sentezini yaparak vatandaşlığa dayalı bir kimlik geliştirmek ve azınlıklara ayrıcalık tanınmasını isteyen Batı’ya karşı güçlü bir savunma aracı geliştirmek istediklerini belirtmiştir.

İmparatorluğun parçalanmaması adına Osmanlı İttihat Kulüpleri kurmuş olsalar da bu hayal edilen birliğin yüreklerde değil, sadece ağızlarda olduğunu anladıkları andan itibaren İttihatçılar, merkezinde “millet-i hakime” fikri bulunan Osmanlılık kavramının içini Türk kültür değerleriyle doldurmuş, Türk kimliği ve Türk dilini öne çıkarmıştır. Bu uygulamaları sebebiyle de Osmanlılık politikaları diğer unsurların Türkleştirilmesi suçlamalarına muhatap olmuş, İttihat ve Terakki’nin parlamento içi ve dışı çalışmalarıyla millî bir kadroya gittiği, devleti korumak için Osmanlıcılığı bir maske olarak kullandığı düşünülmüş İttihat ve Terakki politikaları bu anlamda sorgulanmıştır. Özellikle Rumlar ve Araplar İttihat ve Terakki’yi bütün Osmanlı unsurlarını Türkleştirmeye çalışmakla suçlamıştır.

Tunaya, bu durumu İttihat ve Terakki’nin “… bir yüzü ne denli Türkçü-milliyetçi ise, öteki yüzü de o kadar İslamcıdır. Fakat milliyetçi-Türkçü akım asıl gerçek yüzü. İslamcılık ise bir politika meselesidir. Zira o dönemde hangi parti olursa olsun başarıya ulaşmak için İslamcı olmak zorundadır.” diyerek vurgulama ihtiyacı duymuştur. Tunaya’nın bir zorunluluk olarak belirttiği İslamcılık için Tevfik Çavdar da İttihatçıların İslamcı eğilimleri bir ilke olarak değil, bir siyaset aracı olarak benimsediğini belirtmektedir. François Georgeoen’a göre de Osmanlıcılık politikaları üzerinden İttihat ve Terakki Cemiyeti alttan alta Türk milliyetçiliği akımını desteklemiştir.

Dolayısıyla ısrarla Osmanlıcılığı öne çıkarılan İttihatçılar değerlendirilirken bu Osmanlıcılığın devletin kurucu unsurunu Türk sayan bir yaklaşıma sahip oldukları unutulmamalıdır. Bir proto-milliyetçilik olarak hatta teritoryal milliyetçilik sayabileceğimiz bu anlayış zaten Balkanlar ve Trablusgarp’ın kaybı ile tamamen terk edilmiş, İttihatçılar da devletin devamı için Türklük ve Türkçülüğün öne çıkarılması fikri yerleşmiştir.

Cemiyetin basın kanadındaki önemli temsilcisi Hüseyin Cahit (Yalçın) bu düşünce değişikliğini  “İttihat ve Terakki Osmanlıcılıktan vazgeçmiştir. Türkçülük dışında izleyebileceği başka bir yol da bulunmamaktadır. Eğer Türkler İmparatorluğu idare etmeye devam edeceklerse Türkçülük tek tercihtir.” sözleri ile ifade etmiştir.

Bu süreç dikkate alındığında kültürel zeminde Türk milliyetçiliğinin temelini oluşturan ve meşrutiyetçi yönüyle milliyetçi Türk kuşağının fikirlerini besleyen Osmanlıcılık Türk milliyetçiliğini etkisizleştirecek bir argüman olmasının aksine, sonu Türk milliyetçiliği ile bitecek bir düşünce sürecinin başlangıcı, erken dönem Türk milliyetçiliğidir.

Zaten Tanzimat dönemi ile başlayan ve İttihatçıların siyasi yaşamda kendilerine yer açmasıyla devam eden dönemde gelişen siyasal ve sosyolojik olaylar Türk milliyetçiliğini siyasallaştırmış, Türk kültür hayatını zenginleştirmiş, Türk milliyetçiliğinin sistemleşmesini sağlamıştır. Yani millet ve milliyetçilik şuuru Osmanlılık kavramı içinde şekillenmiş ve nihayet bu düşünceden Türk milleti ve milliyetçiliğine evirilmiştir.

İttihatçılığın önemli isimlerinden Fethi Okyar’ın ifadesiyle “o günün  şartları içinde açıkça ifade edilmesi imkânsız ve hatta başındakilerin de felsefe ve fikir yapısı olarak ifade edemeyecekleri kadar şekilde Türk milliyetçisiydi” diye tanımlanan bir siyasi hareketi, 1910 yılında yapılan Selanik kongresinde Türkçülüğü ve vatanseverliği partinin temel felsefesi haline getiren İttihat Terakki Cemiyeti’ni Osmanlılığa hapsederek Türk milliyetçiliği arasındaki bağın gevşetilip zayıflatılmaya ve İttihatçılar aslında Osmanlıcıydı demeye çalışılması bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyorsa kasıtlı ve ideolojik körlük içeren bir çabadır.

Türk milliyetçiliğini siyasallaştıran, kitleselleştiren, Türk milliyetçiliğinin imkanlarını genişletip zenginleştiren, Türkçülüğe yeni imkan ve alanlar açan, dönemin gençliğini Türkçülük bilinci ile yetiştirmek için eğitim kurumları ve kulüpler açan İttihat ve Terakki’yi Osmanlıcıydılar diyerek Türkçülük, Türk milliyetçiliği tarihinin dışına itmek işte bu ideolojik körlüğün sonucudur.

İttihat ve Terakki, çok uluslu bir imparatorlukta Türklük şuurundan uzak bırakılmış bir millete Herderyen paradigmada olduğu gibi devlete temel teşkil edecek milleti yani asli unsuru yaratmak üzere gereken bütün çalışmaları tarih, edebiyat ve dil sahasında yapmaya çalışmıştır.

Bir taraftan devleti dağılmaktan kurtarmak için cepheden cepheye koşan İttihatçılar, diğer yandan parçalanma ihtimaline karşılık da devlete asli unsur olacak arayışlara girmiş, o güne kadar siyasallaşmamış Türkçülüğü parti politikasına dönüştürmüş, siyasallaştırmış, toplumsallaştırmıştır.

İttihatçıların tarihsel koşulların dayatması ve devleti yaşatma arzularının yansıması olarak Hegelyen ve Herderyen paradigma olarak tanımlanan bir çelişki içerisine düşmeleri ve başlangıçta “millet-i hakime” merkezli Osmanlıcılığa tutunmaları üzerinden Türk kimliğini kristalize eden İttihatçıları Osmanlıcı olarak etiketleyerek milliyetçiliklerini tartışmaya açmak hem Türk milliyetçiliğinin tarihsel serüvenini hem de milliyetçiliğin teorik temellerini bilmemek, Ziya Gökalp’a, Hüseyinzade Ali’ye, Ağaoğlu Ahmet’e, Ömer Naci’ye, Ömer Seyfettin’e haksızlık etmek demektir.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 262 times, 1 visit(s) today

Close