Ülkenin gündemi hangi süratle değişiyor olursa olsun kimi zaman sessizce kimi zamansa olanca gürültüsüyle kendi gündemini canlı tutan ‘şiddet’ konusunda şimdiye kadar testosteron hormonlarının rolü, babanın rehberliği ve otoritesi, anne oğul ilişkisi ve erkeklerde anne kompleksinin bu şiddetteki rolünü ve bu alanda yapılmış çalışmaların bir kısmını inceledik.
Aslında kadın ve erkeğin ilişkisi içerisinde belirli bir norm belirlemek insanın karmaşık doğasından dolayı pek mümkün değil. Daha net bir ifadeyle, formüle edilmiş bir birliktelik yok. Kimilerine göre her şey toz pembe bulutlar arasındayken kimilerine göre de ‘yolu acıdan geçmeyen’ ilişkilerin hükmü yok. İlişki dinamiklerini belirleyen en önemli şeylerden biri de bu anlamda kuşkusuz kültürel pozisyonumuz.
İlişkilerin bağlamını enine boyuna dikkate alırsak ilişkilerde seçimi kimin yaptığını, bu seçimin biyolojik mi, sosyal mi, kültürel mi olduğunu da anlamamız elzem hale geliyor. Doğrudan bir ilişki görülmese de, özellikle ‘incel’ denilerek daraltılmaya çalışılsa da, erkeklerin büyük çoğunluğunun kadına karşı yöneltmiş olduğu şiddetin köklerinde seçme/seçilme kararlarının büyük etkisi var. Pek çok haberde karşımıza çıkan takıntılı erkek modelinin sevgi perdesi altında saklanan öfkesini anlamak için, birlikte olma seçimlerimizde toplumun etkisinin de derinlemesine anlaşılması büyük önem taşır.
Darwin Annemize mi Sövüyor? Kadınların Eş Seçimi
Erkeklerin eş seçimlerinde anne figürü üzerinden hareket etmesi hali kişisel gelişimlerinde kalıcı bir kriz yaratarak belirli bir öfke duvarı oluştur. Kadınların eş seçimlerinde de buna benzer krizlere rastlamak farklı bir açıdan mümkündür. Peki bu tamamen biyolojik bir seçim mi yoksa Darwinist biyolojinin iddia ettiği gibi kadınlar güvenli bir yaşam, makul bir baba karşılığında ödül olarak erkeğe cinselliğini mi sunuyor?
Cinselliğin Şafağı adlı kitabın yazarları Christopher Ryan ve Cacilde Jetha, Darwin’in ithamının kadınlara örtülü bir şekilde fahişe yakıştırması olduğunu vurgularken; kadın ve erkeklerin aynı şekilde evrimleştiği ve cinsel ilişkiye aynı sebeplerle yaklaştıklarını söylüyorlar.[1] Hatta Ryan ve Jetha’ya göre özellikle kadınların eş seçimleri çoğunlukla hatalı biyolojik temellere dayanıyor. Tabii onları bu yoruma iten en önemli husus, diğer primatlar, özellikle bonobolar üzerinde yapılan araştırmalarla insanlar üzerinde yapılan araştırmaların bir korelasyon içerisinde olmasıdır.
Görmezden gelinen etki, bonoboların sosyalleşmek için cinselliği kullanması fakat bonobo veya diğer primatların insan gibi bir sosyo-kültürel yapıya sahip olmamaları. Temel cinsellik düzeyinde belirli primat gruplarıyla çok yakın özelliklerimiz olsa da hiçbir bonobo dişisinin başı ağrıdığı için erkeğini reddettiğini gösteren bir veri yok. Veya bir şempanzenin görece çirkin bir dişi şempanzeyle sırf babası zengin olduğu için birlikte olması pek ihtimal dahilinde değil.
Lâkin Ryan ve Jetha’nın bilimsel çalışmalar ekseninde haklı oldukları bir durum var. O da, primatlar gibi insana yakın diğer türler dururken, insan cinselliğini kemirgenler üzerinde yaptıkları deneylerle anlamaya çalışan insanların garipliği. Evet, insanların cinsel yaşamı bonobolarla derin bir yakınlık gösteriyor. Ancak eş seçimi konusunda, insanlar için tercih yapmak sadece biyolojik sebeplerle açıklanamayacak kadar karmaşık bir hâle geldi. Özellikle kapalı toplumlarda bazen bu seçimi kadın yerine ailesinin yaptığını düşünecek olursak, bunun epey kaotik olduğunu söylemeliyiz.
Kadınlar Bir Melektir, Erkekleri ise Leylekler Getirdi
Modernleşen toplumda kadınların seçimlerinde biyolojik baskınlığa sahip bir cinsellik yönünün olduğu yine de unutmamalıyız. Özellikle erkeklerin, kadınların da en az kendileri kadar cinselliğe hayatlarında yer verdiğini bilmeleri bu anlamda önemli bir yer tutuyor. Büyük ihtimalle ve çoğunlukla kadınlar, erkekler kadar cinsellik hakkında konuşmadığı için aksi bir durum mevcutmuş gibi algılanıyor.
Kadınların cinsellikte aktif rolleri hakkında yapılan araştırmalar, toplumda yaygın olan bazı algıların yanıltıcı olduğunu ortaya koyuyor. Araştırmalar, kadınların cinsellikten en az erkekler kadar zevk aldığını ve cinselliğe en az erkekler kadar ilgi duyduklarını gösteriyor. Örneğin, Lisa M. Diamond uzun yıllar süren çalışmalarında, kadınların cinsel arzularında esnek ve çevresel faktörlere duyarlı olduklarını hatta kitabına da ismini verdiği üzere cinsel anlamda ‘akışkan’ yani sosyal bağlam ve ilişkisel yakınlık gibi unsurların kadın cinselliğini belirgin şekilde etkilediğini ortaya koyuyor.[2] Buna göre, kadınlar da cinselliği önemli bir bağlama yerleştiriyor ve erkeklerden farklı olarak doğrudan yaklaşmaktan ziyade daha çok duygusal uyumu öne çıkarıyorlar.
Meredith Chivers ve ekibinin yaptığı araştırmalar ise kadınların cinsel uyarılmaya yönelik daha geniş bir yelpazeye sahip olduğunu hatta bazı durumlarda kendi bildirdiklerinden daha fazla uyarıldıklarını gösteriyor.[3] Çalışmalar, kadınların cinsel uyarılma yanıtlarının daha çeşitlilik gösterdiğini ve bunun kültürel normlar veya toplumsal beklentilerle şekillendirilebildiğini öne sürüyor. Bu bulgular, toplumda kadınların cinsellikten uzak olduğu algısının, aslında kadınların sosyal olarak geri planda kalmaya zorlanmasından kaynaklandığını düşündürüyor. Kadınlar cinselliğe aktif olarak yer vermekle birlikte, toplumsal yargılar nedeniyle bunu daha örtülü biçimde ifade ediyor olabilirler.
Bahsedilen yargıların en başında, kadınları insanlıktan çıkartıp omuzlarına yüklenen atanmış kalıplar geliyor: Anneler kutsaldır; kadınlar melektir, çiçektir, saftır, narindir vb. Bu kutsiyet, annelikten, karılığa ve yeni bir kutsama nesnesine “çocuklarımın annesine” dönüşmektedir. Belli ki en çok örselenen şey kadının insanlığıdır. Belki de Neşet Ertaş’ın tanımı doğrultusunda karşı cinsi anlamaya çalışmak daha evladır: “Kadınlar insandır, biz de insanoğlu.” İnsan olduklarını anladığımızda kadınların tercihlerini, seçimlerini, yaşamlarını kontrol etmeye çalışmaktan bir nebze kendimizi alıkoyabilir en azından kültürel kontrollerle onları baskı altına almaktan kurtulabiliriz.
Muhakkak bunun altında, kadına atanan sosyal roller ve bu rollerin kutsanmasıyla ilgili bir bağlantı da var. Annelik kavramıyla kendisine kutsallık ve melek olma vasfı atanan kadının, model alınmış ortalama bir erkek gibi cinselliğini yaşaması, bundan bahsetmesi, bunu istemesi veya arzulaması kültürel anlamda özellikle bizim gibi toplumlarda ahlaksızlık, ayıp, hatta günah olarak görülüyor. Oysa insanın varlık sebebinin bir yönü de kadın ve erkeğin cinsel birlikteliğidir. Bu birlikteliğin varlık sebebini kadınlar için bir ahlaksızlık olarak nitelendirmek de doğada sadece insana özgü bir durumdur. Üstelik erkek için cinselliği hakkında diğer erkeklerle konuşmak ve hatta hava atmak uluslararası çapta kabul gören bir davranışken…
Erken çocuklukta babaya duyulan öfkenin, çocuğun yenilgisiyle birlikte annesine ve sonrasında diğer bütün kadınlara yöneltilmiş bir öfkeye dönüşmesi ödipal kompleks açısından kaçınılmazdır. Bunun üzerine kadının çocuk doğurabilmesi ve erkeklerin doğuramaması gerçeğinin erkekleri çok çalışmaya, kültürel etkinlikler ve uygarlık kurmada yaratıcılıklarını kanıtlamaya iten bir kıskançlıkları olduğu iddiasının[4] da anılan bu öfkeyle birleşmesi, mevcut şiddetin en önemli sebeplerinden biri olarak kendini göstermektedir.
Kutsallığı annelik kavramıyla sınırlandırarak ilişkiyi kendisine yaymayı başaran erkek, ilişki içerisinde sergilediği aldatma, çapkınlık gibi kavramları baba kutsallığı ile sınırlamadığı için hayatına devam ederken; “ya benimsin ya toprağın” gibi arabesk anlatılarla kadını ilişkiye devam etmeye zorlamaktadır. Bugün boşanma ve ardından işlenen cinayetlerde, kadına ve tercihlerine saygı duymama hatta bu olguların varlığını kabul etmeme refleksi yatarken; erkeklerin kadınların hayatı, cinselliği ve tercihleri hakkında bilgi sahibi olmamaları ve bunları umursamamaları da süreci şekillendirmektedir. Hoşlarına gitmese de erkeklerin, leylekler tarafından bu dünyaya getirilmediklerini öğrenmeleri ve anlamaları şart gibi görünüyor.
Toplumsal Cinsiyet Rolleri
Toplumsal cinsiyet rolleri, kadın ve erkeğin romantik ilişkilerdeki partner seçimini doğrudan etkileyebiliyor. Bu etki, toplumsal normlarla içselleştirilmiş önyargılar yaratarak, kadınları daha seçici bir pozisyona yerleştiriyor. Finkel ve Eastwick’in araştırması, bu konudaki ilginç bir deneyle, geleneksel toplumsal rollerin nasıl romantik arzuları şekillendirdiğini gösteriyor.[5] Normalde erkeklerin kadınlara yaklaşması ve onları etkilemeye çalışması beklenirken, deneyde bu rol değiştiriliyor. Bunun üzerine kadınların seçiciliğinin azaldığı ve daha çok seçenekle ilgilenmeye başladıklar tespit ediliyor. Bu durum, kadınların daha seçici olmalarının biyolojik bir dürtüden çok sosyal olarak onlara biçilen bir rolden kaynaklandığını düşündürüyor.
Erkeklerin toplumsal beklentilere uygun şekilde hareket ederek kadınları baştan çıkarma görevi üstlenmesi, sadece bu cinsiyet rollerini pekiştirmekle kalmıyor aynı zamanda partner seçimini de farklı bir yöne evriltiyor. Bu bağlamda, erkeklerin çoğunlukla ‘seçen’ olarak değil de ‘seçilen’ olarak rol almalarının ilişkilerdeki dinamikleri nasıl değiştirebileceği sorulması gereken önemli bir soru olarak cevaplanmayı bekliyor.
Cinsiyet Eşitliği ve Eş Seçimi
Cinsiyet eşitliğinin kültürel dokusu, kadın ve erkeklerin partner seçimi süreçlerine doğrudan etki eden bir faktör olarak öne çıkıyor. Cinsiyet eşitliği kültürünün yüksek olduğu toplumlarda, kadınların eş seçiminde daha bağımsız davranabildiği, yalnızca güvenlik veya ekonomik istikrar sağlayabilecek partnerlere yönelmek yerine duygusal tatmin ve bireysel uyuma öncelik verdikleri gözlemleniyor. Toplumların eşitlik seviyesine göre kadınların partner tercihleri değişiklik gösterirken, eşitlik düzeyinin yüksek olduğu toplumlarda kadınlar, genellikle kendi bireysel istek ve ihtiyaçlarına göre karar verme özgürlüğüne sahip oluyorlar. Bu, kadınların sadece biyolojik veya ekonomik sebeplerle değil, daha derin ve kişisel bağlamlarda partner arayışı içinde olduklarını gösteriyor.[6]
Diğer yandan, erkeklerin de kültürel cinsiyet eşitliğine dayalı toplumlarda daha esnek partner seçimlerinde bulunduğu görülüyor. Geleneksel rollere daha az bağımlı olan erkekler, partner seçiminde duygusal yakınlık ve uyumu ön planda tutarak hareket edebiliyorlar. Sonuç olarak, cinsiyet eşitliği ortamında hem kadın hem de erkekler için duygusal bağın ve kişisel uyumun önemli olduğu ilişkiler oluşuyor. Bu durum, sosyal normların katılığının azalmasıyla eşlerin yalnızca karşılıklı bağımlılığa değil, karşılıklı uyuma da dayalı birliktelikler kurmalarına imkân tanıyor.[7]
İnternet ve Modern İlişkide Seçim Yükü
İnternet son zamanlarda modern ilişkilerde partner seçiminden ilişki dinamiklerine kadar birçok alanı etkileyen güçlü bir araç haline geldi. Stanford Üniversitesi’nden yapılan bir araştırmaya göre, internet üzerinden tanışan çiftlerin uzun vadeli ilişki kurma eğilimlerinin arttığı ve boşanma oranlarının düştüğü gözlemleniyor.[8] Özellikle çevrim içi platformlarda, bireylerin kendilerine uygun partner bulabilme seçeneklerinin genişlemesi, ilişki tatmini ve ilişki süresi üzerinde olumlu etkiler yaratabiliyor. Bulgular, daha geniş bir partner havuzuna erişmenin ve internet aracılığıyla iletişim kurmanın, fiziksel buluşma gereksinimini azalttığını ve bireylerin duygusal yakınlık geliştirmelerine olanak tanıdığını gösteriyor.
İnternetin sağladığı bu avantajların yanı sıra, ‘seçim yükü’ (choice overload) olarak bilinen kavram da ilişkiler üzerinde karmaşık etkiler yaratabiliyor. Seçim yükü hipotezine göre, internette sunulan partner seçeneklerinin çokluğu, bireylerin ilişkilerinde daha az tatmin olmalarına ve daha sık partner değiştirmelerine yol açabiliyor.[9] İnternetin ilişkiler üzerindeki etkisi oldukça karmaşık ve bireyin ilişki kurma tarzına bağlı olarak hem pozitif hem de negatif sonuçlar doğurabiliyor. Yine de her mağdur kadının arkasından “internette tanıştığı adama güvenilmeyeceği” tarzı telkin ve suçlamaların da bu çalışma verileriyle birlikte değerlendirilmesi elzemdir. Şiddetin sebeplerinden birinin en azından bu yönüyle internet olmadığı açıktır.
Aşkın Küfre Uzanan İlişki Dinamikleri
İnternet çağında eş seçimleri belki kolaylaşmış gibi gözükebilir ancak durumun sosyal ve kültürel yanı bu çalışmalarda pek çok verinin de dikkate alınmadığını göstermektedir. Kadınla erkeğin bütünleşmesinin, bir anlığına da olsa kendilerini tek bir varlık gibi hissetmesinin altındaki derin felsefi anlam, çağımız hız toplumunda abartılı bir yorummuş gibi algılanmaya başladı. Cinsellik ve seks konularında toplum görece daha modern(!), bazı tartışmaları aşmış gözükmesine rağmen, kaybedilen şeyin daha büyük olduğunu anlayamadığımız için günümüzde şiddet ve öfkenin yükseldiğini de fark edemeyecek bir noktaya geldik diyebiliriz.
Byung-Chul Han’dan atıfla performans, olumluluk ve şeffaflık toplumuna dönüşmüş küresel yapı, aşkı ya kimyasal bir tepkime ya da aşırı abartılmış bir duygu durumu olarak algılanmaktadır. Oysa başarma edimiyle içindeki olumsuzluk hâlinden arındırılmış bir cinselliğe dönüştürülerek pozitif hâle getirilmiş aşk, seksi de bir başarma mücadelesine dönüştürür.[10] Erkeğin öfkesi ve kadına karşı şiddetinin temellerinden birini de bu başarısızlık korkusu ve kaygısı getirmektedir. Efendi & Köle diyalektinin bir ölüm kalım savaşını betimlemesi ve kadın yahut erkeğin köleliği ölüme tercih etmesi, çıplak yaşama sarılması[11], diğer bir deyişle pornografik topluma uyum sağlamasıyla sonuçlanmaktadır. Şiddet de pozitif şeffaflığın içerisinde doğal olarak kendisine yer bulur.
O yüzdendir ki; Rollo May’in de isabetle üzerinde durduğu gibi cinsel ilişkiyi ifade eden bazı argo sözcükler, çağdaş dönemde şiddetli bir düşmanlığı belirtmek için neredeyse her dilde kullanılan en yaygın küfürler haline gelmiştir.[12] Bu kültürel olumsuz kalıplar her iki taraf için de şiddetin kısır döngüsünü içinden çıkılmaz bir hâle sokmaktadır.
Sonuç: Tahakkümün Dili
Kadın erkek ilişkilerini hiper-modern toplumun dinamiklerine göre değil de on binlerce yıllık insan tecrübesine yaslamak daha makul bir çıkış yaratabilir. Bunun için de hem kadının hem de erkeğin eğitimi şarttır ancak bu eğitim bir mektep işinden ziyade bir fikrin terakkisiyle mümkündür. O da erosun, yani yaşama gücünün ve arzusunun, tutkunun ve mahremiyetin birlikte işleyebildiği bir model ihdas etmekle mümkün olabilir. Bir açık oturum edasıyla toplumda konuşulan cinsellik değil, erkekle kadın arasında ve birbirlerine has olan bir konuşmadan ve anlayıştan bahsediyorum. Zira bizler birbirimizle konuşmadıkça, internet, sosyal medya ve her türlü araç bizimle konuşmaya devam edecek ve bizler bu dijital yanılsamanın gönüllü köleleri olarak kalacağız.
Tahakkümü anlamak için, gücün ve ataerkinin bu güçten nasıl beslendiğinin de anlaşılması şarttır. Toplumsal tabular sebebiyle yeterince işlenmeyen kadın-erkek cinselliğiyle erkek şiddeti arasındaki muhtemel bağlantıyı görmezden gelmenin güç takıntısını görmemizi engelleyen yönleri vardır. Adorno erkeğin zayıflığını vurgulayarak yazdığı veciz cümlelerde, ataerkil evlilikte kadının hoşgörülü düşüncelilikle efendisinden öcünü aldığını vurgular. Yetmez, Hegel’in Efendi-köle diyalektinin ailenin ve evin kadim düzenini tesis için çalıştığını söyler:
“Bastırılmış maderşah olarak kadın tam da hizmet etmek zorunda olduğu noktada hane reisi olur ve pederşahın karikatür durumuna düşmesi için de pederşah olarak görünmesi yeterlidir.”[13]
Adorno’nun bahsettiği bu parodi, aynı zamanda gücün örtülü biçimde el değiştirmesiyle alakalıdır. Görünen o ki, toplumlar güç takıntılı “anacıl”, “avratçıl” (anaerkil değil) bir kontrolün altında şekillenmektedir. Ancak bu bir kadın iktidarı değildir. Kadınlar, hayatta kalabilmek için dönüşmek zorunda kalıp, ataerkinin tahakküm gücünü kullanmayı tercih etmektedir. Bu yönüyle de ataerkil irade kadın ve erkek arasındaki ilişkiye dahil olarak her iki cins için de tuzaklar hazırlamaktadır.
Özetle, kadın ve erkek ilişkisindeki dinamiklerin dengesizleşmesinin, sistemin ona dışarıdan müdahalesiyle de şekillendiğini kabul etmeliyiz. Bugün sosyal ve duygusal ilişkilerimizde biz farkında olmadan, ilişkinin dinamiklerini değiştiren kolektif müdahaleleri de özenle anlamalıyız. Kadın ve erkek bu dış tahakkümü ve ona bağlı olarak yükselen şiddet döngüsünü kırmak için sadece birbirini değil, ilişkilerinin muhteviyatı ve derinliğini de olabildiğince çok yönden anlamaya ve bunu içselleştirmeye mecburdur.
[1] Christopher Ryan & Cacilda Jetha – Cinselliğin Şafağı, Okuyan Us Yayınları, 5. Baskı, Sf. 80-485
[2] Lisa M. Diamond – Sexual Fluditiy in Male and Female, Springer Science Business Media, LLC 2016, Published at 04.11.2016
[3] Meredith Chivers, Samantha J. Dawson – Gender Differences and Similarities in Sexual Desire https://www.researchgate.net/publication/267215395_Gender_Differences_and_Similarities_in_Sexual_Desire
[4] Rollo May – Aşk ve İrade, Okuyan Us Yayınları, İstanbul, Sf. 126 “May, psikanalist Karen Horney’nin tespitine katılmaktadır.”
[5] Eli J. Finkel, Paul W. Eastwick – Sex Differences in Mate Preferences Revisited: Do People Know What They Initially Desire in a Romantic Partner?, Journal of Personality and Social Psychology, 2008, Vol. 94, No. 2, 245–264
Ayrıca Bkz: https://www.psychologicalscience.org/news/releases/breaking-the-norm-experiment-makes-men-and-women-equally-picky-when-selecting-a-mate.html
[6] M. Zentner, K. Mitura – Stepping Out of the Caveman’s Shadow: Nations’ Gender Gap Predicts Degree of Sex Differentiation in Mate Preferences. Psychological Science, 2012 (https://www.sciencedaily.com/releases/2012/09/120905135340.htm)
[7] Eli J. Finkel – Paul W. Eastwick – a.g.ç. Sf. 265
[8] Michael J. Rosenfeld – Marriage, Choice, and Couplehood in the Age of the Internet, Sociological Science 25.07.2017 Stanford University, Sf. 7-8
[9] Michael J. Rosenfeld – a.g.ç. Sf. 2-3
[10] Byung-Chul Han – Eros’un Istırabı, Metis Yayınları, İstanbul, Sf. 19
[11] Byung-Chul Han – a.g.e. Sf. 27
[12] Rollo May – Aşk ve İrade, Okuyan Us Yayınları, İstanbul, Sf. 51
[13] Theodor W.Adorno – Minima Moralia, Metis Yayınları, İstanbul, Sf. 179-180
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.
** Bu yazıya şu şekilde atıf verebilirsiniz:
Tamer Sağcan, “Baba, Oğul, Testosteron – IV: Kadın-Erkek İlişkisi ve Seçimlerimiz” https://www.fikirtepemedya.com/psikoloji/baba-ogul-testosteron-iv-kadin-erkek-iliskisi-ve-secimlerimiz/ (Yayın Tarihi: 02 Kasım 2024).
***Bu yazıyı PDF olarak indirebilirsiniz: