1911 yılının Mayıs ayında, dönemin milliyetçi olarak nitelenen aydınlarına ve önemli şahsiyetlerine bir mektup yazan askerî tıbbiyeliler “Türk kavmi, hayat-ı inkıraz yaşamaktadır. Buna seleflerimiz gibi lâkayt kalamayız” diyerek Türk millî mücadele ruhuna bir “kıvılcım”[1] düşürmüşlerdi. Bu kıvılcım bir yangına dönüşmüş hem Millî Mücadele’nin hem de Cumhuriyet’in fikrî ve aksiyoner tabanını oluşturacak Türk Ocaklarını ortaya çıkarmıştı. Türk Ocakları öyle bir millî yangına dönüşmüştür ki İtilaf Devletleri İstanbul’u işgal ettiklerinde ilk bastıkları binaların başında Türk Ocağı gelmiştir. Kadrolar yetiştiren, Millî Mücadele’ye insan sağlayan, işgale karşı mitingler düzenleyen, Türk sosyal hayatını geliştirecek sanat, spor gibi alanlarda aktif olan Türk Ocakları, Cumhuriyet kurulduktan sonra da Atatürk’ün çok kıymet verdiği ve desteklediği bir yapı olarak hayatını sürdürmüştü.
Cumhuriyet inkılaplarının pek çoğu Türk Ocaklarının etki alanıyla topluma anlatılmış hatta ilk Latin harfli alfabeler Türk Ocakları matbaalarında basılıp halka dağıtılmıştı. Ancak Ocak aynı zamanda sosyal bir denge ve siyaseten olmasa da fikren bir yapıcı muhalefet görevi de görmekteydi. Bazı inkılaplara Ocak’ın eleştirel yaklaştığı bilinmektedir. Bu duruma rağmen Ocak gerçekleşen inkılapları desteklemiştir. Bütün bu olumlu tabloya rağmen tek parti sisteminin ve sancılı Cumhuriyet kuruluşunun getirdiği bazı zorunluluklar Türk Ocaklarını hedef haline getirmiş, iç ve dış etkilerin artışıyla bizzat Atatürk’ün isteğiyle Ocak kapatılmıştı.
1949’da dönemin dönüşen siyasetinin de etkisiyle Hamdullah Suphi Tanrıöver’in öncülüğünde gerçekleşen ikinci kuruluş ve 1980 darbesinden sonra gerçekleşen üçüncü kuruluş dönemleri ise ilk dönem Türk Ocakları gibi etkin ve güçlü olamamıştır. Ancak her daim Türk milliyetçileri için bir çatı olma iddiasını, bir tarihî varlık olma vasfını korumuştur.
Burada parantez açarak Hamdullah Suphi’nin ikinci kuruluş döneminde tek başına bir “Ocak insan” gibi hareket ettiğini de ifade etmek isterim. Pek çok kıymetli ismin yer aldığını kabul etmekle birlikte, Hamdullah Suphi’nin Ocak kimliğini taşıyarak Türk siyasetine ve sosyal hayatına verdiği mesajların çok daha iyi araştırılması ve çalışılması gerektiğini düşünüyorum. 2020 yılında Türk Yurdu dergisine, binlerce sayfa TBMM tutanağını tarayarak üç bölüm halinde yazdığım “Türkiye Büyük Millet Meclisi Çalışmalarında Türk Ocakları” çalışmamı okuyanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır.[2]
Türk Ocakları 90’lı yıllarda özellikle merkez sağda siyaset yapan Türk milliyetçilerinin iktidarla olan güçlü ilişkileri, maddi gücün ortaya çıkması ve yaşanan tecrübelerin aktarılmasıyla bir atılım yapmıştır. Gerçek bir “sivil toplum kuruluşu” olabilmeyi başaran Türk Ocakları, özellikle Şeref Genel Başkanı Nuri Gürgür döneminde –eleştiriye açık da olsa– hem bürokrasi hem siyaset hem de sosyal hayatta ciddi bir varlık göstermiştir. Prof. Dr. Mehmet Öz Hoca döneminde ise Ocak çağı yakalama ve kısmen de olsa kadrolarını yenileme noktasında önemli adımlar atmıştır.
Yazıyı uzatmamak için bugüne geliyorum. Kendim de bir Türk Ocaklı olarak ve onun ötesinde dört yıla yakın Genel Merkez’de pek çok alanda faaliyet göstermiş biri olarak “Türk Ocaklarının geleceği” üzerine fikrî bir sancı hissediyorum.
190 askerî tıbbiyelinin 113 yıl önce kullandıkları “Türk kavmi, hayat-ı inkıraz yaşamaktadır. Buna seleflerimiz gibi lâkayt kalamayız” ifadesi, bugün için de geçerlidir. “Türk kavmi” Doğu Türkistan, Irak ve Suriye Türkmeneli, Güney Azerbaycan, Kırım gibi yerlerde esaret yaşamakta ve zulme uğramaktadır. Hatta soykırıma varan politikalara maruz kalmaktadır. Bağımsız Türk Cumhuriyetleri ise Çin–Rusya-Batı kıskacında varlık mücadelesi verirken bir yandan da gittikçe antidemokratik, gelir adaletine kapalı, sivil topluma uzak bir hali yaşamaktadır. Türkiye Türklüğü ise ekonomik darboğaz, kontrolsüz sığınmacı göçü, yozlaşan dinî hayat ve kutuplaşan siyasetin yarattığı umutsuzlukla boğuşmaktadır. Bu tabloda zaman zaman Karabağ zaferi gibi Türk Devletleri Teşkilatı gibi son derece kıymetli ve umut verici işler yapılsa da bahsettiğimiz sorunların çözümüne dair hiçbir olumlu emare görünmemektedir. Kısacası “Türk kavmi, hayat-ı inkıraz yaşamaktadır.”
Bu halde, Türk milliyetçileri siyasal alanda paramparça olmuş durumdadır. MHP, İYİ Parti, BBP, Zafer Partisi gibi milliyetçi kimlikli partilerin yanında AK Parti ve CHP’de siyaset yapan pek çok Türk milliyetçisi kendi gündemlerini korusa da birlikte olamamanın verdiği lakaytlıkla var olmaktadır. Hatta kavga etmektedirler. Sivil toplum alanı ise Türkiye’nin içinde bulunduğu antidemokratik ve hızla otoriterleşen yapısında topal bırakılmış durumdadır.
Türk Ocakları bir yandan da Türk milliyetçilerinin siyasal çeşitliliğini içinde barındırırken bundan dolayı bir siyasal mobbingle de karşılaşmaktadır. Ancak bu mobbingi yapanlar asla Türk Ocaklarının bir faaliyetine hayırlı bir katkı da sunmamaktadırlar.
Baktığımızda Türk Ocakları, aylık Türk Yurdu dergisini çıkarmaya devam etmektedir. Ciddi bir emek ve mesai ile çıkan Türk Yurdu Dergisi, 90’lı yılların milliyetçi camiasında olduğu gibi merakla beklenen yayın olmaktan son derece uzaktır. Bunun temel sebebi ise ne idaresi ne de tam olarak içerikleridir. “Dergi okumak” hızla popülerliğini kaybeden bir haldedir. Maddi sorunlar ise reklam ve satış politikalarını kötü etkilemektedir. Son derece kaliteli dosyalar ve özel sayılar bu sebeplerden yeterince okunmamış, etki yaratamamıştır.
Şahsi kanaatim, Türk Ocaklarının mevcut yapısı da değerlendirildiğinde Türk Yurdu dergisinin artık senede 3 ya da 4 kez yayımlanan, Türk milliyetçiliğine yön verecek akademik içeriklere dayalı bir dergi haline dönüşmesidir. Şube faaliyetleri, Türk dünyasından haberler gibi demode olmuş içeriklerden ivedi şekilde kurtulması gerekmektedir. Şubeler faaliyetleri zaten internet sitesinde ve sosyal medyada yayımlamaktadır. Yirmi birinci yüzyılda basılı dergide faaliyet yayımlamak gibi bir işin karşılığı yoktur. Dergi kesinlikle her sayısında toplumun tamamına yakınının tanıdığı akademisyen, sanatçı, siyasetçi sıfatlı isimlerden röportaj ya da makaleler alarak dikkat çekici hale gelmelidir. Buna ek olarak ise dijital alanda Türk Yurdu kendini yenilemelidir. Bir dergi olmanın ötesine geçmelidir. Haftalık tartışma programları, kısa soru cevaplar, ilgi çekici içerikler üretecek, sosyal medyaya içerik üretebilecek bir platforma dönüşmelidir. Maddi güç gerektiren bu iş tabii ki ciddi cesaret ve planlama gerektirmektedir.
Günümüzde en öne çıkan faaliyetlerden biri de Türk Ocaklarının yardım kampanyalarıdır. Ben de bir dönem bu kampanyalarda çalışmış biri olarak Türk Ocaklarının en aktif ve kıymetli olduğu alanın bu olduğunu düşünüyorum. Temel amacı yardım toplamak olmayan bir sivil toplum kuruluşu için son derece iyi işler yapılmaktadır. Bu alanda profesyonelleşmek ise düşünülmeli hatta farklı bir dernek ya da vakfın kurulması değerlendirilmelidir. Yanlış hatırlamıyorsam merhum Nevzat Kösoğlu’nun böyle, hayata geçememiş bir projesi vardı. Tabii başta da bahsettiğim iktidar kaynaklı engellemeler hesaba katılmalıdır.
Haftalık Ocakbaşı Sohbetleri ya da konferanslar ise bazı küçük şehirlerde ya da etkileşimin yoğun olduğu şubelerde entelektüel hayatı canlı tutsa da genel olarak çok çok dar bir kitle dışında asla takip edilmemektedir. Çoğu zaman kendini tekrarlayan ve ilgi çekmeyen konular seçilmektedir. Kaliteli içerikler ise asla doğru servis edilememektedir. Milliyetçi basın organlarından başlanarak ciddi bir basın çalışması yürütülmeli, bu programların haberleri ve kısa özetleri paylaşılmalıdır. Bugün bazı şubelerin yerel basın ilişkileri bunu sağlasa da genel olarak basınla ilişkiler sıfır noktasındadır.
Basınla iyi ilişkiler, kişisel diyaloglar inşa edilmeli; bir basın ve iletişim çalıştayı düzenlenerek alanda uzman kişilerce konu değerlendirilmelidir. Bugün sosyal medyada bile milyonlarca görüntülenme alan pek çok milliyetçi hesap mevcuttur. Bunlarla ilişki kurulup destek alınmalıdır. Ocakbaşı Sohbetleri ve konferanslar, saatlerce süren tek parça videolarla değil, herkesin ilgisini çekebilecek 10 dakikayı geçmeyecek parçalar halinde sosyal medyada servis edilmelidir. Hatta Türk milliyetçilerini ilgilendiren konularda ya da herkesin ilgisini çekebilecek tarihî, siyasi ve sosyal konularda kısa videolar hazırlanarak ilgi çekilmelidir.
Türk Ocakları Akademisi ya da farklı illerde farklı isimler organize olan eğitim faaliyeti son derece kaliteli bir içerik üretmekte ve gençlere ulaşmaktadır. Sıfır maliyetle yürütülen bu çalışma gerçekten geleceğe iz bırakabilecek niteliktedir. Ancak buradan mezun olanların envanterinin ve takibinin çok ciddi şekilde yapılması, farklı kademelerde çalışma grupları ve eğitimlerle desteklenmesi büyük başarı getirecektir. Bence mevcut yapısıyla Türk Ocaklarının en çok üzerine gitmesi gereken konu budur. Genel olarak Türk Ocakları ciddi bir insan kaynağı envanteri oluşturmalıdır.
En önemlisi ise Türk Ocakları gençleşmeli ve gençlere ulaşmalıdır. Bütün Türkiye’de yönetimlerde gençlerin ağırlığı artırılmalıdır. Milliyetçi camiada bilinen, çalışmaları kıymetli olan gençler Ocak’a kazandırılmalıdır. Genel Merkez yönetimi başta olmak üzere bütün Türkiye sathında “bürokratik ve yaşlı” algısının kırılması için adımlar atılmalıdır. Yukarıda da bahsettiğim iletişim açılımları da daha detaylı ele alınarak gençlere ulaşmanın yolları aranmalıdır.
Özellikle sosyal medyada Ocaklı kimliğine sahip gençlerin aktif olabilmesi için bir gündem oluşturulmalıdır. Aktif olan milliyetçi gençlerin Ocak’la ilişkisinin sağlanması da bir yoldur. Burada yeni nesil gençlerin psikoloji ve tavırları iyi değerlendirilmeli, tahammülsüzlük kesinlikle yapılmamalıdır. Türk Ocakları gençleşemezse, gençleri içine alamazsa müze olmaktan kurtulamayacaktır. Türk Ocaklarının kasvetli havasının dağılmasının tek yolu gençlikten geçer.
Türk Ocakları tarihi ve siyasete karşı mesafeli duruşuyla bütün milliyetçileri asgari müştereklerde bir araya getirebilecek yegâne organizasyondur. Bu noktada her türlü siyasi partiden Türk milliyetçilerini Ocak bünyesine getirebilmeli ve ağırlayabilmelidir. Bu asla “fırka siyasetine karışmak” değildir. 90’lı yıllarda yapılanları tekrarlamanın ya da Hamdullah Suphi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisinde çıkıp Ocak’ı temsili gibi işleri yapmanın yolu buradan geçmektedir. Bu zor ve sancılıdır ancak yapılmalıdır. Bugün ana akım çizgisi hızla kaybolan, sağa sola savrulan bir milliyetçi düşünce vardır. Özellikle gençler arasında bu hal hızla gelişmektedir. Bu savrulma ve sarsılma halini, daha doğrusu kriz halini, yine Fikirtepe’de “Türk Milliyetçileri Fabrika Ayarlarına mı Dönüyor, Kimlik Krizi mi Yaşıyor?[3]” başlıklı bir yazıyla tartışmıştım. Bu nedenle aynı konuları tekrarlamayacağım. Ancak yazımdan şu kısmı alıntılamak istiyorum:
“Partili milliyetçilik döneminin son demlerinde; milliyetçi fikir sistemini ve milliyetçiliğin tarihini anlatmayı ya da geliştirmeyi hedefleyen bir gençlik yapılanması olmayan İYİ Parti, bu alanda çok zayıf ve kadrolaşamamış olan Zafer Partisi, Cumhur İttifakı prangalarındaki MHP ve Ülkü Ocakları sebebiyle gençler milliyetçiliği Twitter (ya da X) fenomenleri, radikal isimler, iktidarın ya da muhalefetin bir şekilde etkilediği STK’lar ve milliyetçiliğin önüne arkasına sıfat koyan gruplardan öğrenmeye başlamıştır.
Bu durumun bir hafıza kaybı yaratacak derece ciddi sorunlara gebe olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan bu sancılı durumun da Türk milliyetçiliği fikrinin gelişiminde fabrika ayarlarına dönüş sonucu verebileceği de olası bir durumdur.”
İşte bu hafıza kaybını yaşamamak için Türk Ocaklarının tecrübeli kadroları ile bir an önce gençler buluşturulabilmelidir. Gerekiyorsa yönetimlerde “yüksek istişare kurulları” ya da “aksakallar kurulu” gibi yapılar oluşturulmalıdır.
Türk Ocakları hem Cumhuriyet dönemi partili-partisiz milliyetçilik hareketinin hafızasını hem de kaynakları itibarıyla Cumhuriyet öncesi milliyetçiliğin hafızasıdır.
İşte bu hafıza yaşamalıdır, yaşatılmalıdır.
Türk Ocakları gençleşir ve gençlerle buluşursa yaşar, yoksa müzeye dönüşür.
Bu durum bence en çok bugün itibarıyla yaşlanmasına rağmen Ocak’ı yaşatmak ve ayakta tutmak için evinden, ailesinden, işinden taviz veren büyüklerimizi üzecektir.
Müzeye dönüşmemenin yolu doğru iletişimden geçmektedir. 31 Mart seçimlerinden sonra herkesin tersine, ben ekonomik şartlar ve mevcut anayasadan dolayı en az 3 yıl seçimsiz bir dönem yaşayacağımızı düşünüyorum. Bu dönem işte bu tip siyasete kıyısından köşesinden dokunan işler için biçilmiş kaftandır.
Türk Ocakları her yıl bir asrı devirmiş sayıyla kuruluş yıl dönümü kutlayan değil, bir o kadar yıllık gelecek vizyonuna ve tasavvuruna sahip bir yapı haline gelmelidir.
Belki olmayacak şeyleri yazıyorum ama bu hafıza bu tarih ve Ocak’a olan sevgim beni bu satırları kaleme almaya itiyor. Verdiğim tavsiyeler ya da değindiğim konuların tek sebebi ise Türk Ocaklarını tartışılan bir kurum haline getirmektir. Tartışılmayan, konuşulmayan; olumlu, olumsuz üzerine fikir beyan edilmeyen bir kuruluş diri kalamaz.
Hafızanın aktarımı için hızla doğru iletişim, hızla gençleşme, cesaret ve dinamizmle beslenmelidir. Türk Ocakları yaşamalıdır.
Son satırlarımı ise ihtiyaç olan heyecan ve inanca işaret etmek için Hamdullah Suphi Tanrıöver’e bırakıyorum:
Tarih: 25 Şubat 1949.
Yer: Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu.
“Arkadaşlar” diye sesleniyor Millî Hatip.
“Ben 25 yaşında Türk Ocaklarında çalışmaya başladım. Bugün 64 yaşındayım. Hâlâ bitmez tükenmez hissettiğim kuvvetim var, sevgim var, imanım var. İstediğim şartlar hasıl olursa orada çalışmaya yine hazırım.”
[1] Türk Ocaklı kıymetli kalem Metin Savaş’ın Türk Ocaklarının kuruluş sürecini romanlaştırdığı “Kıvılcım” eserini okumanızı tavsiye ederim.
[2] Makaleler Türk Yurdu Dergisi internet sitesinde vardı ancak sitedeki yenileme çalışmaları sebebiyle sanırım geçici olarak yayımdan kalkmış. Okumak isteyenler “academia” profilimi inceleyebilir: https://ahbv.academia.edu/EmreKartal .
[3] https://www.fikirtepemedya.com/siyaset/turk-milliyetcileri-fabrika-ayarlarina-mi-donuyor-kimlik-krizi-mi-yasiyor/
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.