11:44 am Ali Lidar, Edebiyat

Kuzey’in Faşist Dehası: Knut Hamsun

Dünya edebiyatının en tesirli yazarlarından biri olan ve benim de “Kişisel Okuma Kanonumun” en yukarılarında yer alan Knut Hamsun, 1859’da Norveç’te doğdu. Gerçek adı Knut Pedersen’di. Yazarlığa başladıktan sonra kullandığı Hamsun adını, babasının köyü olan Hamsund’dan almıştır. Doğru düzgün bir okul eğitimi alamadığı çocukluğu ve gençliği taşrada geçen Hamsun, genç yaşta muhtelif işlerde çalışmış ve bu esnada yine erken sayılabilecek bir yaşta yazmaya başlamıştır. 1890’da yayımladığı ilk romanı Açlık çok kısa sürede büyük başarı elde edince hayatını yazarlıkla idame ettirmeye başlamıştır. 1920 yılında aldığı Nobel ödülüyle birlikte de dünya çapında bir şöhrete kavuşmuştur. Ününün doruğundayken ülkesindeki aşırı sağcı bir partiye üye olması ve İkinci Dünya Savaşı’nda Norveç’i işgal eden Nazileri desteklemesi onu tartışmaların odağı haline getirmiştir. 

Norveç edebiyatının ve belki de dünya edebiyatının en gizemli, en önemli yazarlarından biridir Hamsun. Gizemi yazdıklarından ziyade siyasi görüşünden kaynaklanır. Kendisi hakkında bence en anlamlı başlık bundan yıllar önce “K” edebiyat dergisinde atılmıştır: En Karanlık Işık…

Hamsun 100 seneye yaklaşan ömrüne pek çok eseri, ödülü, sevinci ve azabı sığdırmıştır. Hamsun gençliğinde başladığı yazın hayatında pek çok güçlükle karşılaşmıştır. Örneğin henüz 24 yaşındayken edebiyatla ilgili paneline 6 dinleyici gelmiştir. Beckett tarzı bir denemeyle ikinci panelinin katılımcı sayısını 7’ye çıkarmıştır. Ölümcül bir hastalıktan kurtulmuş, Amerika’da ırgatlık, tren bileti satıcılığı yapmış ve sonra soluğu yine ülkesinde almıştır. Kendi tabiriyle yumruğunu yemeden kimsenin bırakıp gidemeyeceği Kristiana’ya -bugünkü Oslo’ya- dönmüştür. En ünlü eseri Açlık da bu kentin sokaklarında geçer. Elimize alıp, bir köşeye kurulup huzurla okuyabileceğimiz bir roman değildir Açlık. Huzursuz eder. Okurken dizlerimizin dermanı kesilir, karakterin yerine karnını doyurmak için hırsızlık yapmak ya da parmağını yerken onu durdurmak isteriz. Çünkü metnin her sayfası bize gururlu bir adamın hikayesini anlatır. Kitabı okurken eski İtalyan sinemasından Bisiklet Hırsızları filmi de zihnimizin bir köşesinde oynar durur ya da belki sadece bana mahsustur bu sergüzeşt, bilemiyorum.

Hamsun 1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır. Bu dönemden sonra hızlı bir yükseliş görülür edebî kariyerinde ve beraberinde değişen ve gelişen maddi imkanlar. Öyle ki bir dünya turuna çıkmış ve bu sırada İstanbul’a da uğramış, bu gezisini de kaleme almıştır. İstanbul’da İki İskandinav Seyyah adıyla basılan kitapta Hamsun’un ve Andersen’in ayrı zamanlardaki İstanbul izlenimleri okunabilir.

Açlık romanında evsiz, beş parasız bir adamın gururunu ve onuru koruma savaşını okuruz. Hayatını yazarak kazanmak isteyen, gelişme ve ilerleme çağında kalemin safında duran bir Don Kişot’un hikayesini anlatır Hamsun. Belki de tıpkı Cervantes gibi eleştirmek için yapar bunu. Nasıl ki Cervantes şövalye romanlarını eleştirmek ve onlara bir anlamda son vermek için yazmışsa Hamsun da bu hızlı ilerlemenin, sanayileşmenin ortasında yine bu ilerleme ve sanayileşmeyi romantik bir protesto için yazmıştır Açlık‘ı. Metinde her yönüyle gururuna düşkün bir adamın hikayesi vardır; sokaklarda aç ve sefil bir halde yürürken karşılaştığı tanıdıklarına durumunu hiç anlatmaz, onlardan borç istemeyi aklından geçirse bile asla yapmaz, onlardan yemek istemez. Âşık olduğu kadın bile onu bıraktığında yine gururundan vazgeçmez. Tıpkı Martin Eden gibi Açlık romanının bu isimsiz kahramanı da hayatını yazmaya adamıştır ama aralarında temel bir fark vardır; Martin Eden bir kadını elde etmek ve ün kazanmak için yazarken, Açlık‘taki karakter sadece karnını doyurabilmek için yazmaktadır. Yazdığı makaleleri, hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmadan gazetelere gönderir, nadiren de olsa gazetelere çıkan yazılarından para kazanır. Fakat en sonunda o da bu romantik duruşun fayda getirmediğine kani olur ve kendi tabiriyle yumruğunu fazlasıyla yediği Kristiana’dan bindiği bir gemiyle uzaklaşır.

Hamsun için bir anlamda sonun başlangıcını siyasi görüşü hazırlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazileri desteklemesi, ülkesinin Almanya’ya karşı koymaması gerektiğini söylemesi ve rivayet olarak kalsa bile kazandığı Nobel madalyasını Hitler’e armağan etmek istemesi gibi etmenler nedeniyle savaş sonrası Norveç toplumunda Hamsun büyük bir prestij kaybına uğrar ve vatana ihanet suçlamasından ötürü rekor bir para cezasına çarptırılır. Tıpkı Göçebe romanında olduğu gibi bir yaşlılar evine yerleştirilir ve 1952 yılında odasının banyosunda ölü bulunur.

Hamsun bir doğa yazarıdır demek yanlış olmaz. Belki bir inziva yazarı bile denebilir. Açlık‘ta Göçebe‘de, Pan‘da ve Toprağın Bereketi‘nde bir münzeviyi okuruz. Hani faşist görüşleri bilinmese aklın ve ilerlemenin çağında doğanın tarafını tutan bir romantik bile denebilir onun için.

Elbette bir yazarın siyasi duruş ve görüşlerini eserlerinden ayrı olarak ele almak gerekir. Hamsun belki de bu şekilde ele alınması gereken yazarların en önde gelenidir. Her ne olursa olsun Norveçliler onu hiçbir zaman tam olarak affetmemişler ve belki de tarihin en zarif protestosu ile bu büyük yazarı büyük bir utançla baş başa bırakmışlardır.

Hamsun’un Utancı

Medeniyetin önemli göstergelerinden biri de herhangi bir şeyi protesto etme şeklidir. Bireysel olarak ya da topluca!

Norveç ve dünya edebiyatının en büyük yazarlarından, 1920 Nobel ödülü sahibi Knut Hamsun, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, henüz ülkesi işgal edilmeden evvel Nazi taraftarlığı ve propagandası yapıp ülkesinin işgaline zemin hazırlamaya çalışır. Ve sonunda Norveç işgal edilir. Acı dolu günler yaşanır. Savaş bitip işgal sona erdiğinde son derece kırgındır Norveçliler en büyük yazarlarına. Fakat ne hakaret ederler ne bağırıp çağırırlar ne de intikam hissiyle saldırıya geçerler. Peki ne mi yaparlar?

Rivayet edilir ki[1] bir sabah, genç bir Norveçli, elindeki Hamsun kitabını yazarın evinin önüne bırakıp sessizce uzaklaşır. Bir süre sonra biri daha kitap bırakır aynı yere. Sonra biri daha, biri daha, biri daha… Norveçliler ellerindeki Hamsun kitaplarını yığarlar yazarın kapısının önüne. Ne bir arbede yaşanır ne de kötü bir laf edilir. Kırgın Norveçliler kitapları sessizce bırakıp dağılırlar. Adeta kendi kitaplarından bir dağ oluşur Hamsun’un bahçesinde. Bu zarif tepki, doksan küsur yaşındaki yazara ömrünün en acı dersini verir. Pişman, mutsuz ve utanç içinde yumar hayata gözlerini.

Demem o ki; biraz zeka, biraz da zarafet ve medeniyet, taşla sopayla yaratılan tahribattan çok daha asil ve etkili sonuçlara yol açabilir.


[1] Zülfü Livaneli’nin Edebiyat Mutluluktur kitabından ulaştım bu bilgiye, ne kadar doğrudur bilmiyorum. Ancak doğru olup olmamasından ziyade, nakledilen protesto şekli çok çarpıcı ve etkileyici geldi bana. O kadar uzağındayız ki böyle zarif tepkilerin, içinde bulunduğumuz linç çağında!


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 660 times, 1 visit(s) today

Close