Siyaset

Yavuz Bülent Bakiler Üzerine: Sağ Milliyetçiliğin Post-Kemalist Kör Noktası

Son zamanlarda milliyetçi çevrelerde Yavuz Bülent Bakiler’in vefatı etrafında başlayan tartışmalar, sadece bir şairin ardından söylenen sözlerden ibaret değil. Türk sağının zihinsel haritasını, içsel çelişkilerini ve tarihsel kırılmalarını da açık eden bir tablo sunuyor. Bir kısım milliyetçi çevre, onun ardından övgüler düzerken; bir kısmı da ağır ithamlarla, adeta hesaplaşma havasında tepkiler verdi. Bu farklı tavırlar, Türk milliyetçiliğinin kendi içindeki kırılgan kimlik çatışmalarını, özellikle de Türk modernleşmesi ve kurucu cumhuriyet karşısındaki tutum belirsizliğini yeniden görünür kıldı.

Ben kendisini yakından tanımam. Ancak 1990’lı yıllarda bir grup arkadaşımla birlikte yaptığı bir sohbete katıldığımı hatırlıyorum. O yıllarda Süleyman Demirel’in danışmanıydı. Siyasete Adalet Partisi Sivas İl Başkanlığı’yla girmişti; ancak çok istemesine rağmen yüksek bir siyasal mevkiye ulaşamadı. Bu da bir yönüyle, Türk sağının kendi içindeki kültürel bölünmüşlüğünü gösteriyordu. Türkçü çevreler kendi zaviyelerinden Demirel’e mesafe alırken İslamcı çevreler, Demirel’e hiçbir zaman sıcak bakmadılar.

Ne var ki, Demirel’in eski danışmanı Bakiler’e karşı İslamcı çevrelerin bugün daha müspet bir kanaat taşıdıkları görülüyor. Bunun en önemli sebebi onun “Post-Kemalist” denebilecek bir çizgide durmasıydı. Cumhuriyet modernleşmesini toptan reddetmeden; onu etnik ve dini temeller üzerinden özgürlük ve demokrasi problemiyle eleştiren, yayılan sekülerlik ve agresif laiklik karşısında savunmacı ve muhafazakâr bir tutum takınan bir düşünce çerçevesine yerleşmesidir.

Dil Hassasiyeti ve Estetik Miras

Yavuz Bülent Bakiler’in Türkçe konusundaki hassasiyetini her zaman takdir ettim. Yahya Kemal’den sonra güzel Türkçenin peşinde koşmak kolay bir iş değildir. Onun şiirlerinde, söyleyiş berraklığında ve dil anlayışında, Cumhuriyet’in ilk kuşak şairlerinden devralınan bir estetik terbiyeyi görmek mümkündür.

Dildeki tasfiyeciliğe ben de karşıyım; Türkçeyi Arapça ve Farsça unsurlardan tamamen arındırma gayretlerinin, kültürel sürekliliğe zarar verdiğini düşünenlerdenim. Erol Güngör de aynı görüşteydi; dile müdahalenin ideolojik değil kültürel bir mesele olduğunu savunurdu. Bakiler de aynı kaygıyı taşımış, Türkçenin bir millet hafızası olduğunu vurgulamıştır. Bu yönüyle o, dilin milliyetçilikte sadece bir iletişim aracı değil, bir varoluş zemini olduğunun farkındaydı.

Ne var ki, Bakiler’in bu dil hassasiyetini taşıyan estetik duyarlılığı, aynı ölçüde düşünsel bir derinlik taşımıyordu. Dilin kimliğe açtığı kapıyı, siyasetin ya da tarihin karmaşık yapısıyla bütünleştiremedi. Onda bir “duygu milliyetçiliği” baskın, bir “düşünce milliyetçiliği” ise eksik kaldı. Bu eksiklik, onun Cumhuriyet’e ve Atatürk’e yönelik eleştirilerinde de kendisini gösterdi.

Atatürk Eleştirisinin Dar Zemini

Bakiler’e yöneltilen en temel eleştiri, Atatürk ve Cumhuriyet modernleşmesine yönelik karşıt tavrıdır. Kuşkusuz, dünyada hiçbir siyasi lider eleştiriden muaf değildir; Atatürk de buna dahil. Fakat Bakiler’in eleştirileri, çoğu kez dar bir din–dil ikiliğine sıkışmıştı. O, Cumhuriyet’in agresif laikleşme sürecini değerlendirirken, bunu sanki İslam’a yönelik bir düşmanlık hareketi gibi yorumlama eğilimindeydi. Oysa tarihsel bağlam içinde değerlendirildiğinde, Cumhuriyet modernleşmesi Osmanlı reformlarının radikalleşmiş usulde devamıydı. Evet, zaman zaman aşırılıklara kaçılmış, toplumsal değişim mühendislik düzeyine taşınmış olabilir; ancak modernleşme çizgisi, başka bir tarihsel seçeneğin yokluğunda, ulusal bağımsızlığın da tek gerçek zeminini oluşturuyordu.

Bakiler’in Atatürk’e yönelttiği eleştiriler, kimi zaman doğruluk payı taşısa da, bütüncül bir tarih bilinciyle temellendirilmemişti. Onun eleştirileri, “Sovyetler ya da Fransa gibi din düşmanı bir Cumhuriyet” tahayyülüne dayanıyor; bu da onu Post-Kemalist bir konuma, yani Cumhuriyet modernleşmesini tarihsel bağlamından koparıp etnik ve dinî reflekslerle demokratikleşme üzerinden yargılayan bir hattın içine itiyordu. Oysa milliyetçiliğin, modern ulus-devletin kurucusunu sadece sekülerlik üzerinden mahkûm etmesi, kendi varlık gerekçesiyle çelişir. Çünkü Türk ulus-devletinin doğuşu, tam da bu modernleşme iradesinin sonucudur.

Ne gariptir ki, bizde sağ muhafazakâr milliyetçilik daima Atatürk’ün kurduğu devletin imkânları ve sınırları içinde yaşadı ama çoğu zaman o devletin kurucu felsefesiyle barışamadı. Bakiler’in bu çelişkiyi en sert biçimde yansıttığı söylenebilir. Osmanlı’nın monarşik ve imparatorluk yapısını överken, Cumhuriyet’in ulusal egemenlik temelini çoğu kez göz ardı etti. Belki de ondan beklediği uzlaşmacı ve kapsayıcı tavra haiz cumhuriyeti bulamadı. Bu tavır, sadece Bakiler’e özgü değil; Ahmed Arvasi’den Nevzat Kösoğlu’na, Nihal Atsız’dan Mümtaz Turhan’a, hatta kimi zaman Erol Güngör’e kadar uzanan bir entelektüel sürekliliğin parçasıdır.

Sağ Milliyetçiliğin Post-Kemalist Açmazı

Bakiler’in düşünce çizgisi, Türk sağında sıkça rastlanan bir zihinsel eğilimin tipik örneğidir. Bu eğilim, “Soğuk Savaş milliyetçiliği” olarak tanımlanabilir. Yani; Batı karşısında kendi kimliğini dini ve geleneksel değerlerle savunma refleksine dayanan, ancak modernleşmeyi ideolojik bir düşmanlık alanına dönüştüren bir zihniyet. Bu çizgi, 1950’lerden itibaren anti-komünizmle birleşmiş, kültürel bir içe kapanmayı beraberinde getirmiştir.

Bakiler ve benzerleri, soğuk savaşın ideolojik çerçevesinden bir türlü sıyrılamadılar. Onlar için “Batı”, sadece materyalizmin sembolü; “Cumhuriyet modernleşmesi” ise Batı’nın uzantısıydı. Bu zihinsel kalıp, onların Türkiye’nin kendi modernleşme serüvenine sağlıklı bir gözle bakmalarını engelledi. Böylece milliyetçilik, özgüvenli bir modernleşme projesi olmaktan çıkıp, “mazlum bir muhafazakârlık” üzerinden kimlik inşa eden savunmacı bir ideolojiye dönüştü.

Post Kemalizm meselesinde sağ muhafazakâr milliyetçilik belki tartışmaların uzağında hatta tali ve perifer bir yerinde duran ancak her daim etkisi yüksek bir pozisyon işgal etti. Kurucu cumhuriyetin otoriterliğine karşı etnik-dini kimliklere özgürlük bahsinde etnik taraftan olmasa da dini taraftan meseleyi kendisine hep yakınsadı. Kurucu cumhuriyetin ilgasıyla demokratikleştirilmesi hadisesinde ise askeri vesayet, bürokratik statüko, yargı tahakkümü gibi alanların aşılmasında meselenin hep tam destekçisi oldu. Bu güya kutsal amaç uğruna gayrı meşru tüm araçları umursamaz bir halde, büyük bir ahlaki zaafın içine düştü.

Fethullahçılıkla Kurulan Sorunlu Yakınlık

Yavuz Bülent Bakiler’in en ağır biçimde eleştirildiği konulardan biri, Fethullahçı yapılanmaya gösterdiği sıcak ilgiydi. Bu konudaki eleştiriler haklıdır ve hatta eksik bile kalabilir. Çünkü Fethullahçılık, Türk sağının “modernleşmiş dindarlık” arayışının manipülasyona açık kült ezoterik hâlini temsil ediyordu. Dini, milli bir kimliğe dönüştürmeye çalışırken, aslında küresel ağlara eklemlenmiş imtiyazlı bir çıkar düzeni inşa etmişti.

Bakiler’in ve benzeri birçok milliyetçinin bu yapılanma karşısındaki sessizliği, sadece bireysel bir yanılgı değil; bir zihinsel felç hâlidir. Bürokrasi bu çete tarafından kuşatılırken, onlar susmayı tercih ettiler. Oysa 1970’lerde CHP’ye ve Ecevit’e karşı göğü inleten milliyetçiler, 2000’lerde adeta sessizliğe gömülmüşlerdi. Bu sessizlik, sağ siyasetin “devletçi” refleksinin yozlaşmış biçimiydi. Devletin kendisini değil, devletin ele geçirilmiş hâlini dahi savunur hâle gelmişlerdi.

Soğuk Savaş milliyetçiliği, bir yandan “devletin bekası” söylemiyle kendini kutsarken, diğer yandan devleti çürüten güç odaklarına sessiz kalmayı meşrulaştırdı. Bu paradoks, Türk sağının en derin yaralarından biridir.

Cumhuriyet ile Barışamayan Milliyetçilik

Bakiler’in kuşağı, Cumhuriyet’in değerleriyle duygusal bir mesafe kurdu. Çünkü Cumhuriyet, dini kamusal alandan çekmişti çekerken de kimsenin gözünün yaşına bakmamıştı. Ancak bu eleştiri, modernleşmenin zorunlu seküler karakterini anlamayan bir yüzeyselliğe dayanıyordu. Modern ulus-devlet, dini reddetmek için değil, onu siyasal iktidarın meşruiyet aracı olmaktan çıkarmak için laikleşti. Bu ayrım, birçok milliyetçi sağ aydın tarafından kavranamadı.

Yavuz Bülent Bakiler’in Atatürk’e yönelik eleştirileri, bir anlamda kendi kuşağının “büyük anlatı korkusu”nun ürünüdür. Onlar için modernleşme bir kopuştu; oysa aslında radikalleşen bir süreklilikti. Osmanlı reformlarından Tanzimat’a, oradan Meşrutiyet’e ve nihayet Cumhuriyet’e uzanan çizgi, bir toplumsal rasyonelleşme ve sekülerleşme sürecidir. Bu çizgi, kimi zaman baskıcı, kimi zaman devrimci, kimi zaman ise savunmacı karakterler taşımıştır; ancak hiçbir zaman Batı taklitçiliğine indirgenemez.

Bir Şair Olarak Hatırlamak

Tüm bu eleştirilerin yanında, Yavuz Bülent Bakiler’in dil ve şiir konusundaki katkılarını göz ardı etmek insafsızlık olur. Onun şiirlerinde Anadolu’nun kar kavruk sesi, mazlum taşranın kalbi, sade Türkçenin sükûneti vardır. Bu yönüyle o, estetik bir Türk milliyetçisidir. Fakat ne yazık ki şiirindeki berraklık, düşüncesine sirayet etmemiştir. Düşüncesinde bulanıklık, duyguda keskinlik hâkimdir.

Onu şair olarak hatırlamak en doğru tavır olacaktır. Çünkü şairliği, fikirlerinden daha sahiciydi. Milliyetçiliğin ideolojik çerçevesine hapsolmamış bir Türkçe duyarlılığı, bugün dahi ilham vericidir. Ancak tarihsel ve siyasal değerlendirmelerinde onu örnek almak mümkün değil. Zira çağının baskın sağ ideolojisinin tortularını aşamamış, entelektüel cesareti estetik titizliğiyle dengeleyememiştir.

Sonuç: Sağlıkla Eleştirmenin Sorumluluğu

Yavuz Bülent Bakiler gibi isimler, Türk sağının kendi geçmişiyle yüzleşme biçimlerinin aynasıdır. Onları yerden yere vurmak kolay, ama asıl zor olan, bu eleştirilerin neden hâlâ geçerli olduğunu anlamaktır. Türk milliyetçiliği, hâlâ Cumhuriyet modernleşmesiyle arasındaki duygusal ve ideolojik mesafeyi kapatamamıştır. Bir yandan Osmanlı nostaljisiyle, diğer yandan Cumhuriyet eleştirisiyle, kendi kimliğini inşa etmeye çalışmaktadır.

Bakiler bu çatışmanın tam ortasında durur: bir ayağı Türkçe’nin güzelliğinde, diğer ayağı tarihsel öfkenin içinde. Onu yargılamak yerine, temsil ettiği zihinsel çıkmazı anlamak gerekir. Çünkü o çıkmaz, hâlâ Türk sağının düşünce dünyasında yaşamaya devam ediyor.

Ben, Yavuz Bülent Bakiler’i bir şair olarak, Türkçeye gösterdiği ihtimamla hatırlamak istiyorum. Ama düşünce alanında, sitayişle anılacak bir miras bıraktığını söyleyemem. Onun Atatürk eleştirilerindeki darlık, Cumhuriyet’e bakışındaki dengesizlik, Fethullahçılık konusundaki sessiz desteği vb hepsi, Türk sağının entelektüel kör noktalarının bir yansımasıdır.

Allah taksiratını affetsin fakat tarih illa fikirle değil; şiirle hatırlanmayı da hak eder.

Visited 184 times, 1 visit(s) today

Close