Dış Politika

Süper Güçten Akıllı Güce İngiltere: Aslan Yuvasını Değiştiriyor

“Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak bilinen İngiltere, şimdi Brexit sonrası dönemde kimliğini ve uluslararası rolünü arıyor. Bu, geri çekilme ya da içine kapanma değil, eski büyük dünya stratejisinden ve global hegemonya pozisyonundan uzaklaşmayı hedefleyen daha derin, iki boyutlu ve çok yönlü bir hareket.

İngiltere; Avrupa Birliği’nin kolektif politikasının ve pazar gücünün arkasına daha fazla saklanamayacağından,  dış politikada kendi bağımsızlığını yeniden kazanmak ve bu doğrultuda kendi şartlarıyla kendi ulusal çıkarlarını gözeterek yürümek zorunda. Bu yüzden yeni stratejilere ve politikalara mecbur.

Peki, bu yeni dönem İngiltere’nin dış ilişkileri için ne anlama geliyor? Brexit’in bağımsızlığını bir araç haline getirerek birliğin terk edilmesinden sonra yeniden bir küresel etki yaratmak; on yıllar sonra bile, ekonomik olarak dinamik, jeopolitik olarak etkili, teknolojik açıdan lider bir dünya gücü olarak kalmayı hedeflemek anlamına geliyor.

İngiltere sadece bir Avrupa gücü olmak istemiyor, bunun yerine Hint-Pasifik’ten Atlantik’e kadar uzanan ve bunun da ötesine geçen çok kutuplu bir dünyada; kendi ağırlığını gösterebilecek yeniden okyanus ötesi bölgesel güçte bir devlet olmak istiyor.

Bu hedef, ekonomik fırsatları yakalayarak, güvenlik tehditlerini savuşturarak, demokrasi, insan hakları ve serbest ticaret gibi kurallara dayalı bir uluslararası düzeni destekleyerek sürdürülecek. Ancak bu destek, Soğuk Savaş sonrası idealizmiyle değil, realist bir pragmatizmle kurulacak denilebilir.

Gücünün sınırlarının farkında olan İngiltere;yeniden bölgesel koalisyonlar kurmaya, stratejik çeviklik göstermeye başlıyor. Ticaret yollarının aktığı, veri akışlarının geçtiği ve enerji piyasalarının şekillendiği bölgelerde kendine has stratejik özellikler geliştirmeye çalışıyor.

Bu yazımızda İngiltere’nin politik hırslarını pratik uygulamalarda nasıl ele aldığını, AUKUS’tan CPTPP’ye ve Çin ile olan çok yönlü ilişkilerinden Ukrayna’daki liderliğine kadar inceleyeceğiz.

Küresel Britanya olma yolunda İngiltere’nin yol haritası, birbiriyle ilişkili dört eksen etrafında şekillenmiştir:

  • Güvenlik ittifaklarını yeniden icat etmek,
  • Ekonomik ortaklıkları çeşitlendirmek,
  • Demokratik değerleri stratejik bir araç olarak kullanmak
  • Yeni güçlerle dengeli ilişkiler kurmak.

Eksenlerden ilk ikisi yeterince somutlaştırılmıştır. AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık, Amerika) konusu en dramatik olanıdır. Bu, sadece Avustralya’ya nükleer denizaltı teknolojisi verme sorusunun ötesine geçen jeopolitik bir jesttir.

Bu anlaşma aracılığıyla, İngiltere stratejik olarak önemi artan Hint-Pasifik bölgesinde Amerika ile olan “özel ilişki”sini; en modern askeri teknolojiyi onunla paylaşarak ve kalıcı, derinleşen bir taahhüdü ona sunarak pekiştiriyor. AUKUS, İngiltere’nin coğrafya tarafından tanımlanmayan bir güç olduğunu ve küresel güvenlikte katılımcı bir oyuncu olarak okyanuslar arası ittifaklar kurabilme yeteneğine sahip olduğunu güçlü bir şekilde gösteriyor.

Bu hareket, Çin’in bölgede artan askeri erişimine ve taleplerine karşı dengeleme çabasının bir başka parçasıdır ve İngiliz güvenlik öncelikleri için Hint-Pasifik’in ne kadar önemli hale geldiğinin açık bir örneğidir.

Bu manevra, İngiltere’nin küresel tedarik zincirlerinde konumunu sağlamlaştırırken, jeopolitik açıdan çatışmalı bölgelerde yer alan Çin ve Tayvan gibi ekonomilerle ilişkiler kurmasını sağlıyor ve ekonomik diplomasisini jeostratejik hedefleriyle nasıl uyumlu hale getirdiğini kanıtlıyor.

Ancak İngiltere’nin dış politikası, uzak diyarlar ile sınırlı değildir.

Ukrayna’da başlayan savaş, İngiltere’ye Avrupa’da liderliğini ortaya koyma fırsatı tanımıştır. Rusya’nın işgalinden hemen önce Ukrayna’ya savunma yardımı sağlayan ilk ülkelerden biri olan İngiltere; savaş patlak verdiğinde Moskova’ya hızla yaptırımlar uygulamış ve Kiev’e en ağır silahların tedariğini sağlayarak, çok kritik hamleler yapmıştır…

Bu kriz, AB ile Brexit sonrası şüphe iklimine rağmen, İngiltere’nin kıta savunmasında hala önemli bir ortak olduğunu göstermiştir. Ukrayna politikası, İngiltere’nin temel insani hakları ve ulusal egemenlik haklarını uluslararası alanda güçlendirmek için sadece söylemde kalmadığını, askeri ve ekonomik kaynaklarını da kullanarak somut adımlar atabildiğini göstermiştir. İngiltere, insani hakları ve ulusal hakları Rusya’nın yayılmacı stratejisine karşı farklı bir anlamda araçsallaştırmaktadır da denilebilir.

Son olarak, Britanya-Çin ilişkisi, İngiltere’nin stratejik çeviklik arayışının en görünür tezahürüdür. İngiltere, Çin’i hem bir sistemik rakip hem de iklim değişikliği ve küresel sağlık gibi konularda önemli bir iş ortağı olarak görüyor. Bu çelişen iki durumu, dış politikasında tutarlı bir denge ile yönetmeyi hedefliyor.

AUKUS ve CPTPP ile Çin üzerindeki duruşunu dengelemeye çalışırken, aynı zamanda Çin yatırımları için bazı şartları (örneğin, Hinkley Point Nükleer Santrali’nde) tamamen ekonomik ilişkileri kesmeden kabul ediyor. Bu dengeleyici yaklaşım, İngiltere’nin ulusal güvenlik zorunluluklarını açık bir çatışmaya sürüklemeden karşılayacak şekilde hesaplanmış, pragmatik ve gerçekçi bir dış politikanın örneğidir.

İngiltere, Brexit sonrası meçhul bir aktör ya da ayrık bir oyuncu olmak yerine uluslararası sistemde yeni bir kural koyucu olmak istiyor.

Bu, nostaljik bir imparatorluk hayali değil, 21. yüzyılın zorluklarını doğru bir şekilde yansıtan dinamik ve esnek bir vizyondur. İngiltere artık sömürgelerinden güç alan bir imparatorluk değil; sahip olduğu finans merkezleri, teknolojik değeri, dilini evrenselleştirme yeteneği, güçlü istihbarat ağı ve en önemlisi çok kutuplu bir dünya yapılandırmasında manevra yapabilme kabiliyeti ile güç bulmaktadır.

İngiltere, AUKUS aracılığıyla askeri-teknolojik üstünlüğe doğru ilerlerken, CPTPP ile bu yolda ekonomik duruşunu da sağlamlaştırıyor. Ukrayna savaşı boyunca bir yandan Avrupa güvenlik yapısında sergilediği sıkı duruşuyla risk alırken; diğer yandan Çin ile ilişkilerinde kurduğu taktik avantajlarla dolu fırsatları değerlendirebilen esnekliğiyle, belki de kendi politik rönesansını yaratıyor.

Ancak bu yol haritasının zorlukları var. Ülkenin özlemlerini yerine getirmeye yönelik takip edilen politikalar bir süreklilik olabilir ancak demokratik bir rejime bağlı olan çekişmeler ve huzursuzluk, bu tutarlı politikaları koparan en büyük nedendir.

Siyasi istikrarsızlık, göçmen krizi ve artan iç baskı ile birlikte, kamu harcamalarının durdurulamaz artışı bu yüksek dış politika hedeflerini sürdürmeyi zorlaştıran unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca, AB ile süregelen ticaret ve siyasi gerilimler tamamen küresel bir yayılma stratejisini baltalamaktadır.

İngiltere için amaç per güç olmak değil, akıllı güç kullanmaktır; askeri imkanlarını, ekonomik kaynaklarını ve diplomatik araçlarını kriz zamanlarında kararlı, küresel arenada ise etkili bir şekilde harekete geçirmektir. Sadece dış politika yoluyla bu amaca ulaşabilmesi zor görünüyor zira önce içerde ve dışarda meşru bir statü kazanmak hatta bu tür eylemler için önce iç siyasi kararlılık, ekonomik istikrar ve sosyal uzlaşma gerekir. İngiltere bu açılardan aşılması zor risklere sahip ancak İngiltere’nin bu yeni macerası, uluslararası sistemde küresel etki yaratmak isteyen orta ölçekli herhangi bir devlet için bir laboratuvar örneğidir.

Visited 21 times, 1 visit(s) today

Close