9:09 pm Siyaset • 3 Yorum

CHP neden dönüşemiyor?

2023 Seçimi muhalefet seçmeninde büyük bir travma yarattı. Ekonomik kötü gidişatın etkisiyle seçimin kazanılacağına inanç tamken sonuç sembolik kayıplara rağmen iktidarın konumunu olduğu gibi koruması oldu.

Bu travma sürerken seçim sonrasındaki hafta ve aylarda bundan daha da şaşırtıcı olan gelişmeler yaşandı ve halen de yaşanıyor. Açık yenilgiye rağmen CHP’de hiçbir dikkate değer değişim yok. En başta da 13 yıldır partiyi yöneten ve 5 kez üst üste genel seçim kaybetmiş, son seçimde güçlü itirazlara rağmen cumhurbaşkanlığı adaylığını dayatmış ve ekonominin bu derece kötü durumda olmasına rağmen seçimi gene kaybetmiş bir genel başkan olarak Kemal Kılıçdaroğlu koltuğundan kalkmamak için her yolu deniyor. 

Peki bu nasıl olabiliyor? Bunca başarızlığa ve tabanda bu yönde güçlü bir talep de olmasına rağmen CHP neden dönüşemiyor?

Sadece koltuk sevdası mı?

Meselenin mutlaka bir koltuk sevdası yönü var. Zayıf parti-içi demokrasi, liderciliğe meyilli siyasal kültür gibi faktörlerin etkisiyle genel başkanların koltuklarından kalkmamak için diretmesi gibi bir durum Türkiye siyasetinde hep olageldi.

Kılıçdaroğlu’nda da böyle bir koltuk sevdası olduğu oldukça açık. 13 senedir partiyi yöneten 75 yaşına gelmiş bir insanın, bu kadar seçim başarısızlığından sonra köşesine çekilip partiyi başkasına devretmesi için daha ne olması gerekir?

Öte yandan mesele sadece koltuk sevdasından ibaret de olamaz. Çünkü bir genel başkanın Kılıçdaroğlu kadar başarısız olup koltuğundan kalkmaması, 1945’te çok partili siyasal sisteme geçmemizden beri ilk kez yaşanılan bir durum. Geçmişte de genel başkanların koltuk sevdası olmasına rağmen dışsal faktörler onları istemeseler bile bir noktada istifaya zorluyordu. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun durumuna en yakın örnekler olarak Mesut Yılmaz dördüncü yenilgiden sonra ayrıldı. Deniz Baykal dört yenilgiden sonra kaset skandalıyla gitmek zorunda kaldı ama öncesinde de genel başkanlıktan kısa süreli ayrılıklar yaşamak zorunda kalmıştı. Şu anda ise, süreç devam etmekle beraber, herhangi bir dışsal faktörün Kılıçdaroğlu’nu koltuğundan edebilmesi pek mümkün gözükmüyor. 

Demek ki meselenin bireysel koltuk sevdasını aşan bir yönü var. Bu yön genel başkanları eskiden istifaya zorlayan dışsal faktörlerin değişimiyle ilgili.

İki kutuplu siyasal rejim

İçinde yaşarken çok fark etmesek de, Türkiye’nin siyasal rejiminde 2002’den beri muazzam bir dönüşüm yaşandı. Bu dönüşümün çok farklı yönleri var ama bizim bu yazıdaki sorunumuz açısından en önemlisi öncelikle %10 seçim barajının etkisiyle sosyo-siyasal mahallelerin tek tek bir partide konsolide olmaları oldu. 

Yani 2002’den beri muhafazakarlar/dindarlar AKP’de, sekülerler/solcular CHP’de, milliyetçiler MHP ve sonra İYİ Parti’de, Kürtler ve sosyalistler HDP’de toplaştı. Bu partilere kendi mahalleleri içinden rakip olabilecek diğer partiler zamanla marjinalleşti ve iddialarını yitirdi.

2017’de başkanlık sisteminin gelişiyle beraber ise sistem artık tamamen iki kutuplu hale geldi. Bir tarafta farklı eğilimlerden muhafazakarlar/dindarlar, diğer tarafta da farklı eğilimlerden sekülerler/solcuların olduğu ve mevcut toplumsal kutuplaşmaya oturan iki kutuplu bir siyasal rejim ortaya çıktı.

Bu siyasal rejimle beraber seçimler artık iki kutbun da ne olursa olsun karşı tarafın kazanmaması gerektiğini düşündüğü bir inatlaşmaya dönüştü. Seçmenler seçimlerde oy verdikleri partilerin Türkiye’nin sorunlarını ne derece çözebileceği düşüncesiyle değil, “ya karşı taraf kazanırsa” korkusuyla yaklaşmaya başladı. Aynı doğrultuda karşı kutuptan partiye oy vermek bir hainlik olarak algılanır oldu. Bu durum iki kutbun partilerine bağlı medya organları tarafından bilinçli olarak pompalandı. Sonuç olarak seçmen ne kadar memnuniyetsiz olursa olsun partisinden, ya da partinin içinde bulunduğu ittifaktan, kopamaz hale geldi.

Geçmişle bir kıyaslama yapmak açısından, örneğin, 2001 ekonomik krizi sonrası DSP’li seçmen 2002 Seçimi’nde büyük oranda CHP’ye yönelmişti çünkü böyle bir alternatifi vardı.  Sistem iki kutuplu değildi. DSP’den CHP’ye yönelmek “ya karşı taraf kazanırsa” korkusu oluşturmuyor, bir tür hainlik olarak görülmüyordu. Ancak bugün için CHP’den memnun olmasa bile seçmenin başka alternatiflere yönelmesi çok zor. Hatta alternatif partilerin çıkışı bile oyları bölüp karşı tarafı kazandırabileceği düşüncesiyle bir tür hainlik olarak algılanabiliyor. Bu durumu son seçimin öncesinde Muharrem İnce’ye yapılan yoğun baskıda çok net olarak gördük. 

Rant ağları ve çıkar ortaklıkları

Siyasal rejimin 2002’den beri dönüşmesi, sadece parti sistemini değil aynı zamanda yargı ve medya düzenini de içeriyordu. Yargı bağımsızlığı ve özgür medyanın neredeyse tamamen ortadan kalkmasıyla siyasal partilerin ve başta belediyeler olmak üzere onların finansal kaynaklarının denetlenmesi imkansız hale geldi. Bu fiili denetimsizlik hali sadece AKP’ye değil CHP’ye de uygulandı.  

Siyasetin finansmanının bu şekilde belirsizleşip yozlaşmasıyla yasalara uyma ve demokratik kültür siyasetin dışına itildi, hesap verirlik rafa kalktı ve siyaset neredeyse tamamen ekonomik rantların dağıtımıyla şekillenen çıkar ağları üzerinden yürümeye başladı.

Bilhassa 2019 Yerel Seçimi’nde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok büyükşehir belediyesini kazanmasıyla beraber CHP çok geniş ekonomik kaynakları yöneten bir parti haline geldi. Bu büyük rant, Kılıçdaroğlu ve çevresi tarafından kendisini koşulsuz destekleyecek bir çıkar ağı örmek için kullanıldı. Örneğin bu kaynaklarla kendilerine bağlı bir medya yarattılar. Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığının dayatılmasında bu medya büyük bir rol oynadı.

Bu stratejiyi CHP yönetimi şüphesiz Erdoğan’dan öğrendi. Erdoğan bu stratejiyi 2002’den beri uygulamakta ve sonuç almakta. Seçim başarısızlıkları CHP’yi de bir noktadan sonra demokrasiyle bağdaşmayan ama Erdoğan uyguladığında başarılı olduğu anlaşılan bu yolsuz stratejileri uygulamaya itmiş gözüküyor.

Nitekim CHP’de rant üzerinden yaratılan çıkar ağı, Kılıçdaroğlu ne kadar başarısız olursa olsun gene de kendisini desteklemekte bir sorun görmüyor çünkü ona doğrudan bağımlı. Demokratik ilkeler, ahlak, etik gibi hassasiyetlerin ise bu çıkar ağına mensup şahısların dünyasında maalesef yeri yok.

Bugün medya görünürlüğü olup Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığına hala destek vermeye devam eden şahıslara bakın, neredeyse tamamının bu çıkar ağının bir parçası olduğunu göreceksiniz.

Dolayısıyla CHP’de bugün büyük başarısızlığa rağmen demokratik bir dönüşümün yaşanmamasının sebebini 2002’den beri dönüşen siyasal rejimin CHP’yi de dönüştürmesinde ve seçim kaybetmekten bıkan CHP’nin de bu dönüşüme direnmemesinde aramalıyız.  

Diğer bir deyişle Erdoğan, 2002’den beri Türkiye’de siyasal rejimi dönüştürürken ana muhalefet olarak kendi partisinin bir kopyasını ürettiğini söyleyebiliriz. Onun uyguladığı aynı yolsuz stratejileri uygulayan ama gene de hiçbir şekilde başarılı olamayan oldukça kötü bir kopya. 

Sonuç olarak, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP’nin ileri gelenleri koltuklarına sımsıkı yapışırken, bireysel koltuk sevdalarının ötesinde, iki kutuplu siyasal rejime ve yarattıkları çıkar ağlarına güveniyorlar. Tarafların birbirinin kazanmasından ölesiye korktuğu bir siyasal rejimde kimse rantı bırakmak istemiyor. “Tabanım benden memnun olmasa bile benden başka alternatifi yok” diye düşünerek koltuklarına yapışmaya devam ediyorlar.

Bu durumu değiştirebilecek tek gelişme CHP’nin oylarında anlamlı bir düşüş olabilir. Ancak seçmen CHP’yi bu derece cezalandırır mı, yoksa gene “ya AKP kazanırsa” endişesiyle oy vermeye devam mı eder, bunu önümüzdeki yerel seçimde göreceğiz.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 868 times, 1 visit(s) today

Close