─Mehmet Fatih Doğrucan anısına, rahmet ve minnetle─
Kent soylu veya kır soylu mu? Son zamanlarda denk geldiğim birkaç köşe yazısında “kent soylu – kır soylu” ayrımı üzerinden milliyetçilik tasnifine başvuruluyor. Özellikle bu tasnif üzerinden kent soylu milliyetçilerin rahatsızlığı vurgulanıyor. İki parti ekseninde oluşan ayrımı, bazı arkadaşlar örtük biçimde “kent ve kır” ayrımı olarak okuma eğilimi göstererek her iki yapıda da kır soylu yapıların ön plana çıktığından bahsetmeye çalışıyor. Bunun neticesi olarak da kent soylu milliyetçi yapının kır soylu milliyetçi yapıdan rahatsızlık duyarak ayrımlaşması vurgulanıyor ve siyasette banalleşme, iptidai baskınlık, ilkel veya arabesk kuşatma ön plana çıkarılıyor. Elbette ki kent ve kır ayrımı çok bilindik bir sosyoloji tarifidir. Ancak benzerlerin veya fikirdaşların kendi arasındaki ayrımlaşmayı sıklıkla, toplumsal yaşam farklarına atıf vererek açıklama çabası meseleyi sadece pozitivist skalada bir olguculukla toplumu metalaştırma eğilimiyle anlama çabası yaratır.
Aslında milliyetçilerin arasındaki ayrım, magazinel boyutta rasyonel-duygusal ayrımıdır ama gerçek anlamda ise bilimsel olarak ekoller ayrımıdır. Ekoller ayrımı olana kısaca değinmek gerekirse hepsi farklı kaygıyla ortaya çıkmıştır. Mesela Turancı düşünce karşısında konuşlanan Anadoluculuk iki noktada açımlanabilir. İlk nokta, Greko-Romen dönemlerden bu yana Anadolu kültürünü milletler ile algılamayıp biricik görmek ve toprağa yani patriotizme dayalı bir milliyetçilik anlayışıyla üstündekileri millet kabul etmek ya da bunu 1071 Malazgirt ile başlatıp İslam vurgusu üzerinden öncekilerden farklı olan Fatih’leri tanımlamak… İki tanım da Anadolucu ancak ikincisi aynı zamanda kendilerini Millî Mücadeleci olarak tanımlıyor ve ciddi kökleri var. Turancılığın da canına okuyor. Çünkü nerede Turancı varsa orada, yanı başında Millî Mücadeleci vardır. Neyse, bu bambaşka bir konu ve bir gün mutlaka derinlemesine tartışacağız. Yani konu öyle kent soylu kır soylu meselesi değil efendim. Daha karmaşık, daha çapraşık… Asıl ayrım rasyonel-duygusal milliyetçilik ayrımıdır ki biz bu konuyu daha önce ele almıştık. O sebeple yeniden hatırlatıyorum.
Milliyetçilik Ayrımı
Bir Türk milliyetçisi olarak şunu net olarak ifade etmeliyim… Duygusal milliyetçilik türü ile rasyonel milliyetçilik türü arasındaki en bariz fark, duygusal olanın bölücü, rasyonel olanın birleştiriciliğidir. Akıl ile milliyetçilik, millet tanzim eder, devlet kurar. Lakin duygusal olan vahşi bir sosyal yığın yaratır… Duygusal milliyetçilik yandaş, rasyonel milliyetçilik vatandaş yaratır… Akıl ile milliyetçilik dünya üstünde kendisiyle müttefik olacak kültür birliklerini arar, duygusal milliyetçilik ise bizi yalnızlaştıracak düşman senaryoları kurgular… Birinin işi birleştirme, öbürünün işi ayrıştırmadır… Rasyonel yani akla dayalı milliyetçilik geleceği planlar ve buna da ÜLKÜ der… Ancak duygusal milliyetçilik bırakın şimdiyi, halde dahi değildir, sadece geçmiş ile avunur… El âlem hadron çarpıştırıp atomaltı düzeyde araştırmalar yaparken okçular tekkesi kurar… Rasyonel milliyetçilik, milliyetçi olmanın köklerini medeni olmak ve kültürlerarası kadim gelişim ile tanımlamak üzere yola çıkarken duygusal milliyetçilik ise arabesk bir çilekeşlik üzerinden aidiyet anlatır… Yani “Rum geldi, bize bunu yaptı, Ermeni bize neler neler etti” serzenişlerinin sonucu oluşan bir türdür.. AKIL yoluyla milliyetçilik, kaderini Türk ile birleştiren her milleti müttefik kabul eder. Lakin duygusal milliyetçilik güvensizdir. Sadece düşman ile ilgilenir ve kendi milletin gayrısı dost değildir… Rasyonel milliyetçilik için efsaneler ve mitler sadece mecaz u emsaldir. Ancak duygusal milliyetçiler için hakikattir. Mesela yeşil sarıklıların Çanakkale’de Türk ordusuna yardım meselesi… Rasyonel milliyetçi, bu tip efsanelerin yıpratıcı etkisinin farkındadır. Türk milletinin yüksek feraseti ile dünya üstündeki mukavemet gücünün inanç yoluyla zayıflatılması olduğunun bilincindedir. Ancak duygusal milliyetçi için bu hikâye sarhoş edici tesirde güven veren meseledir. Rasyonel milliyetçilik fikir bazlı, modern bir özgürleşme hareketidir. Milleti hanedan veya şahısların malı, kulu olmaktan kurtaran bir girişimdir. Fakat duygusal milliyetçilik his temelli, iptidai bir davranış biçimdir. En milliyetçi abiye teslim olmakla da sonuçlanan vefa-sadakat sarmalının da sebebidir… Rasyonel milliyetçilik dış operasyonlara kapalıdır ve kendi içinde tutarlıdır. Ancak duygusal milliyetçilik operasyonlara açıktır, edebiyat yüklü bir safsata ile çok rahat provoke edilebilir… O sebeple tek bir şansınız var… Milliyetçiliğin asıl rakibinin herhangi bir ideoloji değil de yine milliyetçiliğin kendisi olduğunu fark etmek… Yani milliyetçiliğin asıl rakibi duygusal milliyetçiliktir… O sebeple DİZİ sektöründen ultra-gösterge son moda milliyetçilik rüzgârlarına bir bakın bakalım… Duygusal milliyetçilik pompalayarak bizi kamplaştırıyor mu, yoksa rasyonel milliyetçilik bizi birleştiriyor mu?
Son söz … Rasyonel milliyetçilerin iktidarını duygusal milliyetçilik rüzgârıyla boğdular… Bu iğneyi kendimize batırmadan yol alamayız… Önceki yazıya ekleme olsun. Her tip oluşum sadece duygusal milliyetçiliğe talip. O sebeple boş verin kır soylu, kent soylu ayrımını azizim. Zinhar bu ayrımı belirgin tarif etseniz bile tarihsel açıdan güdük kalıyor. Çünkü coğrafyamızda sadece iki şehir kültürü var. Birincisi İstanbul ki o kültürü göçe mağlup ettireli çok oldu… İstanbul’a mütecaviz davranan da bizim milliyetçilerdi. Mikro milliyetçi damarlarıyla kendi köylerini doğrudan kente taşıdılar. Her bir mahalle kentlerinin küçük kopyasına dönüştü. İkincisi İzmir’dir. O da hükümetin ötekileştirme ve yalnızlaştırma senaryoları karşısında kamplaştı, eski mizanını kaybetti. Karşısına dikilenler kadar militan oldu, kentini yani kendini kaybetti.
*Bu yazı ilk olarak 10 Mart 2020’de tamgaturk.com’da yayımlanmıştır.
**Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.