10:54 am Osman Can Akdeniz, Siyaset

Yurt Dışına Gitmek ya da Gitmemek İşte Bütün Mesele Bu!

Yurt Dışına Gitmek ya da Gitmemek İşte Bütün Mesele Bu!

Bu satırları Almanya’dan yazıyorum. Benimle aynı dönemde üniversiteye başlayan arkadaşlarımın en az yarısı hatta belki de daha fazlası Almanya’ya taşındı. Kimisi iş için, kimisi direkt lisans, kimisi ise yüksek lisans vasıtasıyla. Ancak bugün bu yazıda bu göç sürecinin çok fazla konuşulmayan psikolojik yönünü ve bu sürecin gidebileceği yerleri ele alacağım. Baştan belirtmeliyim ki bu yazı daha çok eğitimli, şehirli ve seküler gençlerin son yıllardaki göçü ile alakalı. Uzun yıllardır yurt dışında bulunanlar, 2016 sonrası ülkeden kaçanlar ya da iltica eden Kürt gençleri bu çıkarımların dışarısında bulunuyor.

Neden Göç Ediyoruz?

Eskiden de Türkiye’den yurt dışına gençler okumaya gider ve geri dönerdi. Kimisi ise şartları beğenir ve kalırdı. Ancak son yıllarda seküler gençlerin yaşadığı ülkesinden “sürülme” halinin daha önceki göçlerden daha farklı bir motivasyonla gerçekleştiğini düşünüyorum. Çünkü bugün yurt dışına gidenlerin büyük bir çoğunluğu aslında yurt dışına yalnızca keyfiyetten ya da okumak için gitmiyor. Bir zorunluluk altında hissediyor. Kiminle konuşsam “keşke Türkiye’de kalabilseydik” ya da “durumlar düzelirse döneriz” gibi cümleler duyuyorum. Ancak buna rağmen kendilerini göç etmeye mecbur hissetmişler çünkü Türkiye’de tutunamadıklarını ve hatta istenmediklerini hissediyorlar.

Bu hissiyatın ortaya çıkmasında birçok faktör var. Siyasi durum elbette ki bunun başlıca nedeni. Bir önceki yazımda belirttiğim iktidarın bilinçli sürgün politikası, seküler bir gencin aklına otomatik olarak göç etme fikrini yerleştiriyor. Gidenlerin yerine de Afganistan, Suriye, Pakistan, Arap coğrafyası ve Afrika’nın çeşitli ülkelerinden İslamcı potansiyel seçmenler dolduruluyor. Amaç Türkiye’nin demografik yapısının değiştirilerek daha İslamcı bir rejimi tesis edebilmek. Ülkemize doldurulan bu eğitimsiz ve İslami kaygıları yüksek yoksul kitle aynı zamanda ucuz iş gücü olarak Türkiye’deki turizm, inşaat ve tekstil sermayesini besleyerek ülkedeki sömürü düzeninin devamını sağlıyor. Ucuz iş gücü olmaları sayesinde maaşlar artmıyor, işçi hakları umursanmıyor, kiralar da giderek yükseliyor. Sorgulayan muhaliflerin yerini böylece bu itaatkar kitleler alıyor. Bu itaatkar kitlenin giderek çoğunluk olması nedeniyle de ülkede herhangi bir hak talebi otomatik olarak “teröristlikle” itham ediliyor.

Emeğin ucuzlaştırılması ve enflasyonun rekorlar kırması sonucu alım gücü yerlerde. Türkiye’de fiyatlar tamamen turistlere göre belirlenmiş durumda. Ancak buna rağmen avro kazanan birisi için bile Türkiye şu an oldukça pahalı. Eskiden göç etmiş olan birisi Avrupa’da çalışıp para biriktirerek Türkiye’den gayrimenkul alabilirdi. Şimdi bırakın Türkiye’den gayrimenkul almayı, Türkiye’ye tatile gitmek İspanya, İtalya ya da Yunanistan’da tatil yapmaktan bile daha pahalı Avrupa’dakiler için. Türkiye’dekiler için elbette durum daha da vahim.

Yeni mezun bir genci ele alalım. İyi bir üniversiteden mezun olduğunu ve iyi bir mesleği olduğunu varsayalım. İşe asgari ücretin 2 katı maaş ile başlasa bile mevcut ekonomik koşullarda bu maaş ile büyükşehirlerde bırakın kiraya çıkmayı, ailesinin yanında yaşayıp kira ödemese, yalnızca mutfak masrafını ve faturaları karşılasa bile maaşı yetmeyebilir. Bu arada para biriktirmeyi, evlenmeyi, aile kurmayı hiç saymıyorum bile. Her şey bir yana sinemaya gitmek istese, arkadaşlarıyla bir gece dışarı çıkmaya çalışsa, stadyumda futbol maçı izlese ya da kıyafet alışverişi yapmaya kalksa zaten ay sonunu göremeyecek.

Peki, Türkiye ilk kez mi ekonomik sorunları yaşıyor? Ya da ilk kez mi siyaset kötü durumda? 70’lerde ülkede resmen sokak savaşları vardı, 90’larda enflasyon yine çok yüksekti diyebilirsiniz. Haklısınız da. Ama bugün bir farklılık var. Sosyal medya sayesinde artık gençler kendileri ile yaşıt olan başka ülkelerde yaşayan insanların hayat standartlarına bire bir şahit olabiliyorlar. 70’lerde genç olan dedelerimiz ve ninelerimiz ya da 90’larda genç olan anne ve babalarımız bizim kadar başka hayatlara maruz kalmadılar. Bugünkü nesil diğer hayatları görüp kendisi bu hayata ulaşamadığında öfke duyuyor. Neden ben de bu imkanlara sahip olamıyorum diye hayıflanıyor. Avrupalı bir genç 600 avroya, yani ortalama olarak Batı Avrupa’daki asgari ücretin yarısına, PS5 alabiliyorken kendisinin bırakın oyun konsolunu, ne bir telefon ne de laptop alabiliyor oluşu, bir araba alırken iki araba da devlete aldığı gerçeği ve aradaki bu farkı sosyal medya üzerinden görüyor olması Türkiye’deki gençler üzerinde göç motivasyonu yaratıyor. Gidenlerin sosyal medya üzerinden paylaştığı videolarda, çektikleri fotoğraflarda sürekli “burası çok güzel” mesajları vermesi de bu algıları etkiliyor.

Yurt dışında her şey çok mu güzel?

Ancak bu buzdağının görünen kısmı. Bizim ülkemizdeki sorunlar seküler gençleri dışarıya itiyor ancak gittikleri yerlerde bu kez başka sorunlar ile karşılaşıyorlar. Sosyal medyada bir kesim var ve bu kişiler yurt dışının yalnızca nimetlerini paylaşıyorlar, her şeyin çok güllük gülistanlık olduğunu söylüyorlar. Bu kişilerin büyük bir çoğunluğu danışmanlık firmaları ile çalışan, insanların göç etmesi üzerinden para kazanan insanlar. Geriye kalan kesim ise aldıkları göç kararının ne kadar doğru olduğunu ve ne kadar mutlu olduğunu geride kalanlara sinyallemeye çalışan kullanıcılardan oluşuyor.

Göç kararı alarak yurt dışına gidenler kendi aralarında çoğu zaman yeni bir ülkeye alışmakta yaşadıkları zorlukları, gittikleri yerlerde yerel halk ile yaşadıkları iletişim problemlerini, kültürel farklılıkları konuşurken Türkiye’de kalanlara işin negatif tarafını pek yansıtmamaya çalışıyorlar. Çünkü hem gitmeden önce kafalarında kurdukları ütopyanın zarar görmesini istemiyorlar hem de sosyal medyada gidenlere yönelik artan düşmanca tavırlardan nasiplenmek istemiyorlar.

Buna bir ek olarak kalanlara da “sen ne zaman geliyorsun” ya da “sen de işe-yüksek lisansa başvursana” gibi baskı yapmaya başlıyorlar. Çünkü kendi aldıkları kararı daha büyük bir tabana yayarak “bu kadar kişi yanılıyor olamaz” diyerek kendilerini rahatlatmak istiyorlar. Hatta geçtiğimiz günlerde Daron Acemoğlu’nun “Türkiye’nin en parlak gençleri yurt dışına gidiyor” açıklaması gündem oldu. Bu ifade gidenlerin zeki, parlak ve kalanların ise yeterince iyi olmadığı gibi bir varsayım ortaya koyuyor. Oysa yurt dışında giden her genç parlak değil, Türkiye’de kalanlar da bir şey kaybetmiş değil. Ancak bu bakış açısı ve gidenlerin kalanlara yaptığı baskı Türkiye’deki gençleri daha fazla göçe yönlendiriyor.

Göç etmiş ve artık dönmemeyi kafaya koymuş olan kişiler, Türkiye’ye geri dönenlerle ilgili konuşurken kendi aralarında “o zaten yapamadı” gibi ifadeler kullanıyor. Dönme motivasyonunun kendiliğinden oluşabileceğini veya zaten en başından gelirken geri dönme isteğiyle birinin gelebileceğini düşünmüyorlar. Çünkü böyle bir durumda kendi kararlarını da sorgulamaları ve geri dönüş ihtimalini kafalarında canlandırmaları gerekecek. Yurt dışında kalıcı olmak isteyenlere göre geri dönen birisi ancak “tutunamadığı” için geri dönmüş olmalı. Yoksa neden dönsün ki? Hem de Türkiye bu haldeyken…

Gemileri yakmak

Evet, Türkiye’nin durumu malum; ekonomi, siyaset ve toplumsal yapı kötü. Düzeleceğine dair bir ışık da gözükmüyor. Özellikle Türkiye’den Avrupa’ya göçen kadınların kendilerini Avrupa’da çok daha güvende hissettikleri yadsınamaz bir gerçek. Başıboş sokak köpekleri tarafından parçalanma ihtimaliniz de yok. Hayata yalnızca bir kez geldiğimizi düşünürsek bu hayatı ekonomik anlamda daha rahat geçirmek istemek, çocuklarının geleceğini düşünmek oldukça anlaşılabilir. Hatta Türkiye’de hayalleri için uygun ortam bulamayacağını düşünerek göç eden de çok fazla kişi var. Kişinin bunu gerçekleştirebileceği bir yere gitmek istemesi çok normal. Ancak yurt dışına gitmeyi planlayanların, sosyal varlıklar olduğumuzu ve ne kadar kendimizi bundan soyutlamaya çalışsak da içine doğduğumuz toplumun kültürel kodları ile yoğuruldumuzu unutmaması gerekiyor. Kimimiz bu kültürel kodların dışında bir ortamda kendimizi gerçekten mutlu ve huzurlu hissedemeyebiliriz. Ayrıca özellikle sosyal bilimler alanında bir şeyler üretmek isteyen kişilerin bunu en iyi ana dilini konuştukları ülkede gerçekleştirebileceklerini düşünüyorum. Göç etmeyi planlayanların öncelikle bunları hesaba katması gerekli.

Yurt dışına illa gidecekseniz de gideceğiniz ülkenin gerçekliklerini iyi değerlendirmeniz ve kararınızı buna göre almanız gerekiyor. Örneğin Kuzey ve Batı Avrupa’ya gidecekseniz soğuk ve kapalı havaya, kısa günlere, sosyal olarak sizi çok rahat kabul etmeyecek bir toplum yapısına, yalnızlığa, farklı yemek kültürüne kendinizi hazırlamanız gerekiyor. Bütün bunları göze alıp göç ederseniz de geri dönebileceğiniz bir kapınızın geride kalması gerekiyor. Tamamen gemileri yakmamanızı tavsiye ediyorum. Çünkü gemileri yakarsanız ve gittiğiniz yerde de tutunamazsanız çok daha büyük bir depresyona ve umutsuzluğa kapılabilirsiniz.

Bütün bunlara ek olarak Avrupa’da artan aşırı sağ ve göçmen karşıtlığı sizi ne kadar istemeseniz de etkileyebilir. Yeni gelen seküler kitlede genel olarak daha önceden gelmiş olan “gurbetçi” kitleden kendini ayrıştırma motivasyonuna şahit oluyorum. Kendilerini içine dahil oldukları yeni topluma “biz onlardan değiliz”, “biz de sizin gibiyiz”, “hem bakın, biz eğitimliyiz” diyerek kabul ettirme arayışındalar. Elbette bunu anlayacak ve farkında olacak bir kesim de mevcuttur ancak ister ateist olun, ister LGBT birey olun, ister kendinizi dünya vatandaşı olarak tanımlayın, sıradan bir Avrupalının gözünde o klasik “Müslüman Türk” damgasından kurtulmanız zor olacak.

Son söz

Eğer gelip, bütün bunlara göğüs gerip tamamen kalmaya karar verirseniz ve hala Türkiye için bir şeyler yapmak istiyor olursanız da yapmanız gereken, oradan market fişi paylaşmak ya da YouTube videosu çekmek değil, kendinizi geliştirmek ve bizden birkaç adım önde hayata başlamış olan Avrupalılar ile rekabet edebilecek düzeye gelebilmek olmalı.

Türkiye’de yaşayan ve hala mücadele eden büyük bir kitle var. Belki giderek sayıları azalsa da hala umudunu koruyan ve gelecek için çaba gösteren insanlar var. Bu insanların çabasına saygılı olmalıyız. Evet, Türkiye belki dünyanın en müreffeh, en güzel ülkesi değil. Ama her şeye rağmen bizim ülkemiz. Geri dönebileceği bir ülkesi olmayan yığınlar haline gelmememiz gerek. Avrupa ve Amerika’da milyonlarca haklı olduğunu düşünen rejim muhalifi İranlı var. Ancak ne kadar haklı olurlarsa olsun ülkelerini terk edip mollaların kucaklarına bırakmış durumdalar. Türk milleti olarak bizim bu duruma düşmememiz gerekiyor.

İster yurt dışında yaşasın, ister Türkiye’de, isterse gidip dönmüş olsun, her Türk gencinin sorması gereken ve benim de her gün kendime sorduğum bir soru var. Bu soruyu Fransa’daki eğitiminin ardından Türkiye’ye döndüğünde Doğan Avcıoğlu kendine sorar: “Bizi hor gören bu pezevenklerin seviyesine nasıl geliriz ve Türkiye’yi nasıl değiştiririz?”


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 149 times, 1 visit(s) today

Close