Puşkin’le Politik Psikoloji Dersleri – 5
İlk dört yazıda meşruiyetin doğuşu, çözülüşü ve bireysel aklın dağılması üzerinde durmuştuk. Şimdi kamera ilişkilere dönüyor. Kurumlar uzağa çekildiğinde güç nerede dolaşır, insanlar birbirini nasıl denetler, hangi görünmez mekanizmalar devreye girer? Puşkin’in Yevgeni Onegin‘i bu sorulara yanıt verir. Görünürde bir aşk hikâyesidir, fakat derinde dedikodunun gücünü, itibarın iniş-çıkışını ve bunların ötesinde görünmez parlamentonun işleyişini, salonların mikro-siyasetini, itibar ekonomisini, onur baskısının ölümcül mantığını görürüz bu eserde.
Sıkılmış Bir Kentli, İki Kadın, Bir Düello
Yevgeni Onegin, Petersburg sosyetesinde yetişmiş genç bir soylu çocuğudur. Zengin değildir ama çevresi zengindir. Eğitimlidir ama çok da derin değildir. Her şeyi bilir ama hiçbir şey onu tatmin etmez. Operaya gider, baloları dolaşır, kadınlarla flört eder. Hepsi sıkıcıdır. Bir gün amcası ölür ve mirası Onegin’e kalır. Onegin taşradaki konağa çekilir ama taşra da onu sıkmaya başlar.
Orada genç bir şairle tanışır. Vladimir Lenski isimli bu adam romantik, tutkulu ve idealist bir tiptir. Onegin ise tam tersi… Yine de dostluk kurarlar. Lenski, komşu konağın kızı Olga’yla nişanlıdır. Olga’nın ablası Tatyana, sessiz, kitap okuyan, hayalperest bir genç kızdır. Tatyana, Onegin’i görür ve âşık olur. Ona bir mektup yazar, içini açar, cesur bir itiraf yapar. Onegin soğuk bir yanıt verir. “Sen henüz gençsin, duygularını kontrol etmelisin. Ben sana koca olamam.” Bu, soğuk ve sinir bozucu bir cevaptır. Tatyana reddedilmenin acısını kabullenir.
Aradan zaman geçer. Lenski, Onegin’i Tatyana’ların evinde bir baloya davet eder. Onegin gitmek istemez ama Lenski ısrar eder. Baloda Onegin sıkılır ve Lenski’ye kızar. Küçük, anlamsız bir intikam almaya karar verir. Olga ile dans eder, Lenski’yi kıskandırır. Lenski dayanamaz ve Onegin’i düelloya çağırır. Onegin kabul eder. Aslında ikisi de böyle bir düelloyu istemez, ama geri adım da atamazlar; itibar baskısı onları sürükler, onur kültürü sulh kapısını kapatır. Düello gerçekleşir. Onegin nişan alır, tetiği çeker. Lenski yere düşer ve bir daha kalkmaz.
Onegin vicdan azabıyla yurt dışına kaçar. Yıllar sonra Petersburg’a döner. Bir baloda şık ve soğuk bir kadınla karşılaşır. Kadın Tatyana’dır. Artık soylu bir prensle evlidir, sosyetenin parlak yıldızıdır. Bu kez tutuşan Onegin’dir. Belki gerçekten âşıktır, belki de gecikmiş bir arzunun gölgesindedir. Tatyana’ya mektup yazar, yalvarır. Tatyana görüşmeyi kabul eder ve şöyle der: “Seni hâlâ seviyorum. Ama artık evliyim. Söz verdim. Git.”
Bu basit görünen hikâye, salonların mikro-siyasetinin, güç dinamiklerinin, itibar ekonomisinin ve görünmez kontrol mekanizmalarının bir kesitidir.
Salon: Görünmeyen Parlamentonun Sessiz İktidarı
Yevgeni Onegin‘de resmî kurumlar neredeyse yoktur. Mahkeme görmeyiz, polis görmeyiz, devlet uzaktır. Ama bu, güç olmadığı anlamına gelmez. Güç başka bir yerde dolaşır: salonlarda.
Salon, yalnızca sohbet ve dans mekânı değildir; görünmez bir parlamentodur. Resmî olmasa bile etkili olan kararlar orada alınır; itibar orada inşa edilir ya da yıkılır; bilgi dedikoduyla karışır, ittifaklar bir selamın, bir dansın, bir bakışın içine gizlenir. Salon yalnızca sosyal bir alan da değildir, aynı zamanda politik bir yapıdır. On dokuzuncu yüzyıl Rusya aristokrasisinde salonlar, gayri resmi ağların düğüm noktalarıdır. Çarlık otokrasidir, resmi karar mekanizmaları sarayda toplanmıştır. Ama gerçek etki, çoğu zaman salonlarda üretilir. Bir kontes düzenlediği akşam yemeğine kimi davet ediyor, yemekte kim kiminle konuşuyor, hangi aileler ittifak kuruyor; bunlar resmî belgede görünmez ama bir yıl sonra bir sürgün kararında, bir sansür uygulamasında, bir atamada kendini gösterir.
Puşkin’in kendi hayatı da bunu gösterir. Puşkin,1820’de yazdığı bir şiir nedeniyle sürgüne gönderilir. Kararı Çar vermiştir, ama bu karar aslında salonlarda şekillenmiştir. “Puşkin tehlikelidir, şiirleri anarşiye davet ediyor” fısıltısı saraya ulaşmadan önce salonlarda dolaşır. Ve bu fısıltı, resmi kararı şekillendirir. Benzer şekilde, Puşkin’in affı da önce salonlarda müzakere edilir. Bir kontes araya girer, bir prens destekler, bir bakan kulağa eğilir ve sonra resmi karar gelir.
Bu dinamik bugün de bize yabancı değildir. Önemli kararlar konferans salonlarında değil, akşam yemeklerinde alınır. İttifaklar, resmi toplantılarda değil, kulislerde kurulur. Güç, çoğu zaman resmi yapının dışında dolaşır. Ama bugün bir fark vardır. On dokuzuncu yüzyıl salonlarında sınırlı bir aristokrat grup kendilerine yer bulabiliyordu. Bugünün salonları olan sosyal medya platformları geniş kitlelere açıktır. Bu kitlesellik, yeni bir politik dinamik yaratır. Algoritmalar, neyin görüneceğini, neyin konuşulacağını belirler. Bir içerik “trend” olur, milyonlar görür. Başka bir içerik algoritmada kaybolur, kimse görmez. Bu seçim mekanizması, görünmez bir düzenleme gücüdür. Kim konuşur, kim susturulur; bunlar artık resmi otoritelerin değil, algoritmaların kararıdır.
Sosyolog Erving Goffman buna “izlenim yönetimi” adını verir. Goffman’a göre sosyal hayat bir tiyatrodur. İnsanlar, sahneye çıkmış aktörler gibi davranır. Bir performans sergiler ve bu performans, seyircide bir izlenim yaratmayı amaçlar. Hangi giysiler giyilir, hangi sözler söylenir, kime nasıl bakılır; hepsi hesaplıdır çünkü her hareket bir mesaj gönderir. Bu mesajlar itibar üretir ya da tüketir. Goffman, ayrıca “ön sahne” ve “arka sahne” ayrımından bahseder. Ön sahne, performansın sergilendiği yerdir: balo salonu, akşam yemeği gibi… Arka sahne ise performansın hazırlandığı yerdir: evdeki özel konuşmalar, ayna karşısındaki provalar gibi…
Petersburg’daki salonlarda Onegin, herkesin izlediği biridir, yani hep ön sahnede görürüz onu. Giyimi şık, üslubu soğuk, tavrı mesafelidir. Ulaşılmaz biri gibi görünür. Bu ona bir prestij verir, ama aynı zamanda bir riski de beraberinde getirir. Performans ne kadar görünür olursa, hata da o kadar çok fark edilir.
Taşra balosunda Onegin küçük bir ihlal yapar. Olga ile fazla dans eder, Lenski’yi görmezden gelir. Petersburg’da bu, önemsiz bir ihlal olabilir. Kentte mesafeli tavır prestij üretir ve nişanlı bir kadınla dans etmek, soğuk bir üstünlük gösterisi gibi görülebilir. Ama taşrada aynı hareket skandala dönüşür. Çünkü taşra toplumu daha sıkı örgülüdür. Herkes herkesi tanır, herkes herkesi izler. Normlar daha katıdır. Petersburg’un geniş salonlarında bir hareket göze batmayabilir, taşranın dar çemberinde ise her hareket büyütülür. Onegin’in Olga’yla uzun dansı, kentte sadece bir dedikodu malzemesi olabilirdi; taşrada ise bir onur meselesi olur. Tanıdık yüzler ne kadar çoksa, bir hatanın bedeli o kadar ağırdır.
Pierre Bourdieu’nün “sembolik sermaye” kavramıyla konuya bakabiliriz. Bourdieu’ya göre toplumsal hayatta dört tür sermaye vardır: ekonomik sermaye (para), kültürel sermaye (eğitim, bilgi), sosyal sermaye (ilişkiler) ve sembolik sermaye (itibar, onur, prestij). Bu sermayeler birbirine dönüştürülebilir. Para, eğitim satın alabilir. Eğitim, itibar getirebilir. İtibar, ilişkiler açabilir. İlişkiler, para getirebilir.
Onegin’in hikayesi, sembolik sermayenin nasıl biriktiğini ve nasıl tüketildiğini gösterir. Petersburg’da mesafeli performansı bir “yatırım”dır. Her balo, her dans, her şık görünüm, itibar biriktirir. “Ulaşılmaz, gizemli, farklı” imgesi, sembolik sermaye üretir. Bu sermaye ona kapılar açar. İnsanlar onu tanımak, sohbetine dahil olmak, davet listelerinde onu görmek ister. Onegin bu sermayeyi bilinçli olarak biriktirir. Soğuk tavrı, mesafeli duruşu rastgele değildir, bilakis hesaplıdır. Çünkü aristokrat sosyetesinde “herkes gibi” olmak değersizdir. Farklı olmak, nadir olmak, ulaşılmaz olmak değer üretir. Gel gör ki taşra balosundaki hata, bu sermayeyi bir gecede tüketir. Çünkü sembolik sermaye, diğer sermayelerden farklıdır. Para kendi başına değerlidir; itibar ancak kolektif onayla değer kazanır. Salonda doğan fısıltı ertesi gün keskin bir kanaate dönüşür. Onegin’in hatası, kolektif onayı kaybetmesine yol açar. Lenski durumu onuruna saldırı olarak yorumlar. Çevre “skandal” olarak görür. Onegin bu yorumları kontrol edemez. Artık hikâyeyi başkaları yazmaktadır ve bir kez kolektif yorum oluştuğunda, gerçeğin önemi kalmaz. Onegin belki sadece eğlenmek istiyordu, belki Lenski’yi kızdırmak gibi bir niyeti yoktu, ama bu artık önemli değildir. Önemli olan, herkesin ne düşündüğüdür.
Benzer durumları günümüzde, bugünün salonları olan sosyal medyada görüyoruz. İtibar birikir, dolaşır, tüketilir. Bir tweet, bir paylaşım, bir beğeni, hepsi itibar sinyalleridir. Kim kimi takip ediyor? Kim kime cevap veriyor? Kim kimin gönderisini paylaşıyor? Bunlar modern selamlama ve dans ritüelleridir. Tıpkı Onegin’in taşra balosundaki küçük ihlali gibi, sosyal medyada da küçük bir hata büyük bir krize dönüşebilir. Bir yorum, bir fotoğraf, bir “yanlış beğeni” sonrasında itibar çökebilir. Dedikodu mekanizması devreye girer. Hikâye viral olur. Artık kontrol anonim ellerdedir.
Dedikodunun İktidarı: Bilgi Nasıl Silaha Dönüşür?
Salonların en güçlü silahı dedikodudur. Ama dedikodu sadece boş konuşma değildir. Bilgi dolaşımının gayri resmî ama son derece etkili bir yoludur. Antropolog Robin Dunbar, dedikodunun toplumsal düzenin temelinde olduğunu söyler. Dedikodu, “kim güvenilir, kim güvenilmez?” sorusuna cevap verir. Kim normlara uyuyor, kim ihlal ediyor? Bu bilgi toplumsal kontrol sağlar. Eğer bir topluluğun üyesi normu ihlal ederse ve bu ihlal dedikodu yoluyla yayılırsa, o kişi bir bedel öder. İtibarı düşer, ilişkileri zayıflar, bazı ortamlardan dışlanır. Bu tehdit, insanları normlardan sapmaktan alıkoyar.
Yevgeni Onegin‘de dedikodu sürekli vardır. Tatyana’nın mektubu yazması dedikoduya dönüşmez çünkü gizlidir. Ama Onegin’in Olga ile dansı hemen dedikoduya dönüşür çünkü herkese açıktır. Lenski’nin düelloya çağırması bir gece içinde herkesin kulağına gider.
Dedikodu bilgiyi taşır ama her aktarıcı ona duygu ve yorum ekler. Onegin’in nazik dansı iki ağız sonra “nişanlıyı çalma” hikâyesine dönüşür. Bu bozulma tesadüfi değildir. Psikologlar bunu “seri yeniden üretim etkisi” (serial reproduction effect) olarak adlandırır. Bir bilgi bir kişiden diğerine aktarıldığında, her aktarım küçük değişiklikler içerir. Detaylar unutulur, vurgular değişir, yorumlar eklenir ve bu süreç, orijinal olayı tanınmaz hale getirebilir.
Sosyal medyada “alıntılı tweet” zincirlerinde, WhatsApp gruplarında, forumlarda aynı dinamiği görürüz. Bir bilgi parçası bir kişiden diğerine geçerken şekil değiştirir. Orijinal bağlam kaybolur, yorum eklenir, duygusal yük artar. Sonunda ortada orijinalle hiç alakası olmayan bir hikâye dolaşır ve bu hikâye birilerinin itibarını yıkabilir.
Düello: “Hayır” Diyememenin Ölümcül Bedeli
Onegin, düello konusunda ne düşünür? “Bu saçmalık. Ben Lenski’yi öldürmek istemiyorum. O da beni öldürmek istemiyor. Bu aptalca bir kavga.” Lenski de muhtemelen benzer şeyler düşünür. İki adam da bu düelloyu istemez, ama yine de giderler. Çünkü “hayır” diyemezler. Onur kültürü bunu yasaklar.
Onur kültürü belirli toplumlarda görülen bir norm sistemidir. Temel mantık basittir: İtibar hayattan önce gelir; zedelenirse restore edilmelidir, gerekirse şiddetle bu restorasyon yapılmalıdır. Benzer bir kültürün ülkemizde de bazı yerlerde veya bazı gruplarda etkili olduğunu görebiliriz.
Nisbett ve Cohen, bu kültürün tarihsel kökenlerini çobanlık ekonomisine bağlar. Çobanlık toplumlarında mülkiyet kolay çalınabilir, çünkü hayvanlar menkul varlıklardır. Devlet koruması geniş arazilerde zayıftır. Dolayısıyla birey kendini korumak zorundadır ve kendini korumak için güçlü görünmek gerekir. Bir hakaret, gücünüzün sorgulanması demektir. Eğer karşılık vermezseniz, “zayıf” damgası yersiniz. Ve zayıf görünmek, daha fazla saldırıya davetiye çıkarmak demektir. Bu yüzden en küçük hakarete bile sert karşılık vermek, stratejik bir zorunluluktur.
Düello bu onur kültürünün, mazide bazı toplumlardaki kurumsallaşmış biçimidir. Bir hakaret olduğunda karşı taraf düelloya çağırır. Çağrılan taraf kabul etmek zorundadır. Reddetmek “korkak” damgasını getirir ve korkak damgası sosyal itibarı zedeler.
Modern dünyada fiziksel düellolar yoktur elbette. Ama sosyal düello vardır. “Cancel culture” (dijital linç ya da toplumsal dışlama diyebileceğimiz pratik), işlevsel olarak benzer bir mekanizmadır, ama önemli bir fark vardır: Düelloda iki taraf eşittir ve sonuç belirsizdir. “Cancel culture”da ise asimetri vardır; bir taraf çoğunluktur, diğer taraf tektir ve çoğunluk genellikle kazanır.
İtibar Piyasasının Asimetrisi
Onegin’in itibar eğrisine bakarsak şunu görürüz. Petersburg’da yüksektir. Herkes onu tanır, herkes onu ilginç bulur. Taşraya geldiğinde merakla karşılanır. Kentli, eğitimli, farklıdır. Bu aşamada itibar birikir. Ama baloda küçük bir hata yapar ve itibar düşmeye başlar. Düellodan sonra itibar çöker. Artık orada kalamaz, yurt dışına kaçar, çünkü herkesin gözünde katildir.
Araştırmalar gösterir ki bir olumlu izlenim oluşturmak için beş olumlu etkileşim gerekir. Ama bir olumsuz etkileşim, beş olumlu etkileşimi siler. Bu asimetri, güven ilişkilerinde daha da belirgindir. Güven inşa etmek yavaş bir süreçtir. Her olumlu etkileşim, küçük bir tuğla ekler. Ama tek bir olumsuzluk tüm binayı yıkar. Dolayısıyla itibar piyasası olumlu sinyalleri yavaş biriktirir, olumsuz sinyalleri hızla büyütür. Bu da bazen insanları çok temkinli yapar. Hep dikkatli adımlar atmak, görünüşüne daima özen göstermek, yanlış bir şey söylememeye çalışmak gibi bir yük ortaya çıkar. Bu da bir tür kendini sansürleme eğilimi yaratır.
Onegin bu oyundan bıkmıştır. “Ben bu kurallara uymam” der ve mesafeli durur. Ama ironik olan şudur. Mesafeli duruş da bir performanstır. “Ben farklıyım” performansı. Ve bu performans da itibar üretir ama kırılgandır. Bir hata yaptığında düşüş çok sert olur.
Son Söz
Puşkin’in aynasında güç çoğu kez görünmez biçimde dolaşır. Kurumlardan normlara, normlardan itibar ekonomisine, oradan da tek tek kararlarımıza. Onegin’de kurşunu ateşleyen tetik aslında bunların toplamıdır. Lenski bir kurşunla ölür ama aslında onu öldüren kurşun değildir. Onur baskısıdır. Onegin fiziksel olarak hayattadır ama sosyal olarak ölmüştür. Tatyana evlidir ama özgür değildir. Söz vermiştir ve norm onu bağlamıştır.
Bugün sahne değişmiş, salon dijitalleşmiştir, ama mantık aynıdır.






