Milletler, millî kahramanların omuzlarında yükselir ve onlar sayesinde varlıklarını korurlar. Bir milletin kahramanı ne kadar fazla ise milletin büyüklüğü ve tarih sahnesindeki devamlılığı da o kadar uzun olur. Bu durumun yakın tarihteki en somut örneklerinden biri Kıbrıs Türklüğünün lideri ve millî kahramanı Rauf Raif Denktaş’tır. Bugün Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk devleti ve özgürce yaşayan bir Kıbrıs Türkü varsa bu merhum Denktaş’ın ortaya koyduğu ilkeler, fedakarlıklar ve tarihî uyarılar sayesindedir. İşte bu büyük Türk kahramanı bugün 100 yaşındadır. Kutlu olsun!
Bilindiği gibi Kıbrıs adası Osmanlı Devleti tarafından 1878 yılında İngiltere’ye kiralanmış ve devletin çöküşü ile beraber de İngiltere’den Kıbrıs’ı geri almak mümkün olmamıştı. Adada yaşayan Türklerin pek çoğu bu sessiz işgalle birlikte Anadolu’ya göç etmiş, söz konusu göçler Cumhuriyet döneminde de devam etmişti. Kıbrıs’taki Türk nüfusunun hızla yok olması sebebiyle dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün talimatıyla 1939 yılında çıkarılan bir kanunla Kıbrıs Türklerinin Anadolu’ya gelişi durduruldu. Osmanlı’nın adayı kaybedişi ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin de bu konuda bir şey yapamaması Rumları cesaretlendirmiş ve adada yaşayan Rumlar ile Türkler arasındaki anlaşmazlıklar gözle görülür şekilde artmıştı. Daha doğrusu Rumlar, adanın tek sahibi olarak kendilerini görüyor, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin aldığı ağır mağlubiyetten keyif duyuyor ve İngilizleri kendilerini Türklerden kurtaran şövalyeler olarak bağrına basıyordu. Rumların hüsnükuruntularına göre İngiltere kısa zaman içinde adayı “esas sahibi” olan Rumlara teslim ederek Kıbrıs’ı terk edecekti. İşte Denktaş Bey böylesi bir ortamda 1924 yılının 27 Ocak gününde, bugün maalesef Güney Kıbrıs Rum Yönetimi içerisinde bulunan, Baf kasabasında dünyaya gelmiştir.
Denktaş Bey’in çocukluk hatıralarına bakıldığında adada yaşayan iki toplum arasında sürekli bir sürtüşmenin olduğu, daha akil baliğ olmayan çocukların bile ailelerin tesiri altında kalarak Türklere yöneltmiş oldukları ağır hakaretlere sıkça rastlamak mümkündür. Daha bu tarihlerden itibaren Rumların adada tek bir Türk’ü bile istemediği aşikardır. Denktaş Bey, ailesi ve bulunduğu muhitin de tesiriyle meseleyi daha çocuk yaşta kavramıştır. İngiliz işgalinin ilk günlerinden Türkiye’nin ada üzerindeki haklarından tamamen vazgeçtiğini kabul ettiği âna kadar Kıbrıs Türklerinin ümidi hep Türkiye’dir. Bu sebeple de kendi içlerinde bir birlik olma düşüncesi, kendi başlarının çaresine bakma ufku Rumlara göre çok daha geç bir tarihte oluşmuştur. Kıbrıs’ta bulunan aydın Türkler ellerinden geldiğince bazı basın yayın faaliyetlerinde bulunsalar da bu çabalar uzun yıllar boyunca beklenen sonucu göstermemiştir.
İngiliz sömürge valiliğin Türklere göz açtırmaması, maddi imkansızlıklar ve en önemlisi de Türk halkının meseleyi tam olarak algılamaması Türk aydınlarının işini zorlaştırmış ve Kıbrıs Türkü’nün ilerleyen yıllarda büyük bir felaketle karşı karşıya kalmasına sebep olmuştur. Ne yazık ki Türkler, Rumlar kendilerine saldırana dek adada bir bütünlük sağlayamamışlar, Rumların saldırdığı ve adadan atmak istedikleri İngiliz sömürgesine karşı da bir eylemde bulunmamışlardır. 1925 yılından 1959 yılına kadar İngilizlere karşı çeşitli eylemler yapan Rumlar İngiltere’nin adayı terk etmeyeceği düşüncesiyle İngiliz birliklerine ve askerlerine saldırmaya başlamış, bunun üzerine de İngilizler hemen hemen bütün sömürgelerinde uyguladıkları taktiğe başvurarak Rum-Türk çatışması çıkarmak suretiyle kendilerini çatışmanın bir tarafı olmaktan kurtarıp hakem koltuğuna oturmuşlardır. Rumların doğrudan saldırılarına uğramaya başlayan Türkler, yaşadıkları bölgelerden göç etmek zorunda kalmışlar ve adanın çok küçük bir bölümüne sığınarak mağaralarda yaşam mücadelesi vermişlerdir.
Kıbrıs Türklerinin İlk Siyasi Faaliyetleri
Başta Faiz Kaymak ve Fazıl Küçük olmak üzere Kıbrıs Türk toplumunun önde gelen liderlerinin Türkleri uyarmak üzere ortaya koydukları gayretler her türlü takdirin üzerindedir. Denktaş, kendisinden önce mücadele meşalesini yakan bu gibi isimlerin öncülüğünde bayrağı devralarak Kıbrıs Türkü’ne bir devlet kazandırmıştır. Elbette ki bu mücadele hiç de kolay olmamış, Denktaş bu yolda ömrünü feda ederek Kıbrıs’la bütünleşmiştir. Denktaş’ın siyasi bir figür olarak ortaya çıkışı Londra’daki hukuk tahsili sonrasında Kıbrıs’a döndüğü 1947 yılıyla birlikte başlamıştır. Kısa süre içinde başta Fazıl Küçük olmak üzere Kıbrıs Türk toplumun önde gelen isimleriyle yakın dostluklar kuran Denktaş, Türklerin adadaki ilk ve en derli toplu eylemi olan 1948 yılındaki mitingin düzenleyicileri arasında bulunmuş ve mitingde yaptığı ateşli konuşma ile de halkın çok büyük bir bölümü tarafından tanınmıştır.
1949 yılında İngiliz sömürgesi altındaki ada yönetiminde savcı olarak görev alan Denktaş, bu görevi esnasında Kıbrıs Türkleri hakkında yapılan imha planlarına bire bir şahit olarak Türklerin hem Rumlarla hem de İngilizlerle mücadele edebilecek bir hale gelmesi gerektiğine kanaat getirmiştir. Denktaş, halkına daha aktif hizmet edebilmek ve her an yaklaşan büyük tehlike karşısında önlem alabilmek adına sayısız kez savcılık görevinden istifa etmek istese de her defasında İngiliz sömürge yönetiminden ret cevabı almıştır. Denktaş, nihayet 1957 yılında savcılık görevinden ayrılarak Kıbrıs Türk halkı için siyasi ve bir yandan da silahlı bir mücadelenin içine bilfiil girmiştir.
Denktaş’ın savcılık yıllarının bir bölümü Rumların silahlı terör örgütü olan EOKA’nın saldırılarını arttırdığı döneme denk gelmektedir. Bu yıllarda savcı olarak EOKA ve onun lideri konumunda bulunan başpiskopos Makarios hakkında pek çok dosya hazırlayan Denktaş, bu dosyaların nasıl sümenaltı edilip terör örgütünün korunduğuna da bizzat şahitlik etmiştir.
Denktaş ve Türk Mukavemet Teşkilatı
Rumlar, EOKA üzerinden terör eylemlerine başladığında hedeflerinin adadaki İngilizler olduğunu ve Türklere karşı bir saldırı planlarının olmadığını açıklasalar da kısa süre içinde Türklere karşı sistematik bir saldırıya başlamışlardır. Bu sebeple Türkler de kendilerini müdafaa edebilecekleri ve en azından kendilerine yapılan saldırılara mukavemet gösterebilecekleri bir yapıya ihtiyaç duymuşlardır. Bu ihtiyaç tıpkı Anadolu’daki işgal günlerinde olduğu gibi bölgesel bazı cemiyetlerin kurulması ile sonuçlanmıştır. Bu cemiyetler spor kulübü ya da cami derneği adı altında gizlenerek gençlere eğitimler veren ve halkı direnişe örgütleyen merkezler haline gelmiştir. Ancak Rumların başta Yunanistan ve Sovyet Rusya olmak üzere bazı ülkelerden almış oldukları silah, teçhizat ve “askerî eğitim” desteği karşısında bu derme çatma yapıların mücadele edebilme şansı yoktur. Bu sebeple Denktaş’ın da aralarında bulunduğu bir ekip tarafından adanın tamamında faaliyet göstermek ve Türkleri teşkilatlandırmak üzere 15 Kasım 1957 tarihinde Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) adıyla bir örgüt kurulmuştur. Teşkilatın kuruluşunu halka ilan ettiği metin de yine Denktaş tarafından kaleme alınmıştır.
Denktaş, hatıralarında Türk Mukavemet Teşkilatı’nı kurarken iki temel nokta üzerinde özellikle durduğunu vurgulamıştır. Bunlardan ilki, teşkilat adına halktan kesinlikle para talep edilmemesi, diğeri ise teşkilatın en kısa süre içinde Türkiye’ye devredilmesidir. Denktaş, Türkiye tarafından onaylanacak bu teklifini dönemin dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya da bizzat ileterek askerî uzman ve silah desteği talebinde de bulunmuştur. Denktaş’ın resmî olarak siyasi alanda da varlık göstermeye başlaması TMT’nin kuruluşu ile eş zamanlı olmuş ve o dönem itibarıyla Kıbrıs Türk toplumunun önemli merkezlerinden olan Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanlığı görevini üstlenmiştir.
Siyasi Bir Lider Olarak Denktaş
TMT’nin kuruluşu Kıbrıs Türklerinin o dönemki lideri konumunda bulunan Fazıl Küçük’ten saklanmış, Küçük de böyle bir teşkilatın kurulduğunu halkla birlikte öğrenmiştir. Bu durum sebebiyle Denktaş ve Küçük arasında başlayan soğukluk, ilerleyen yıllarda bir liderlik mücadelesine dönüşmüş ve Kıbrıs Türk toplumunun bu iki önemli ismi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurulana dek küs kalmıştır. İkili arasında başlayan liderlik mücadelesinde Denktaş’ın Fazıl Küçük’ü geride bırakmasında pek çok faktör etkili olmuştur. Bu faktörlerin en fazla öne çıkanı, Denktaş’ın daha genç ve dinamik bir isim olması, hatiplik konusunda Küçük’e göre çok daha başarılı olması ve o yıllarda yeni yeni diplomasi dili olan İngilizce’yi kusursuz konuşmasıdır. Denktaş’ın Türkiye’de mecburi ikamete tabi tutulduğu yıllarda Küçük’ün ona karşı bazı ağır ithamlarda bulunduğu bilinse de Denktaş hiçbir dönemde Küçük hakkında olumsuz bir söz etmemiştir.
Türkiye’nin Kıbrıs davası ile devlet olarak ilgilenmeye başladığı dönem Demokrat Parti’nin (DP) iktidarda olduğu yıllardır. Bu nedenle Denktaş’ın Türkiye’de ilk kez muhatap olduğu isimlerin başında Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu gelmektedir. Atatürk döneminde hariciyede görev alan ve çok başarılı bir diplomatlık serüveninin ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin dışişleri bakanlığı koltuğunda oturan Zorlu, genç ve heyecanlı bir topluluk lideri olan Denktaş karşısında şaşkına dönmüştür. Zorlu’nun tüm temayüllerini ve tecrübelerini reddeden Denktaş, Kıbrıs hakkında kendi bildiği doğruları yüksek perdeden söylemekten çekinmediği için çok defa deyim yerinde ise masadan kovulmuştur. Denktaş’ın, Türk dışişleri bakanına yaptığı ilk itiraz, Türkiye’nin de garantörleri arasında bulunduğu Rumların ve Türklerin ortaklaşa yönetecekleri Kıbrıs Devleti’nin Rumlar tarafından bozulacağı ve hiçbir anlaşmaya uyulmadan Türklerin yok edilmek isteneceğidir. Türkiye’nin altına imza koyduğu bir uluslararası anlaşmayı Rumların bozabileceği iddiasını Türkiye’ye hakaret olarak kabul eden Zorlu, elindeki kağıtları Denktaş’ın yüzüne fırlatarak böyle bir şeyin asla yaşanmayacağını söylese de Denktaş’ın uyarılarında ne kadar haklı olduğu birkaç yıl içinde anlaşılmıştır.
Kıbrıs Devleti’nin Rumlar tarafından yıkılması neticesinde 1963 yılında başlayan ve 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar geçen 11 yıl boyunca Türkler sistematik olarak bir katliama maruz bırakılmışlardır. Bu yıllar boyunca Denktaş, Türk askerini adaya çıkarak Türkleri Rum çetecilerin zulmünden kurtarmaya davet etmiş hatta bu konuda Türkiye’deki her makam sahibine ayrı ayrı dosyalar sunmuştur. Türkiye’de mecburi ikamete tabi tutulduğu ve Kıbrıs’a gitmesine izin verilemediği günlerde Kıbrıs Türklerinin yok oluşuna vurgu yapmak üzere kaleme aldığı kitapçığa “12’ye 5 Kala” ismini koyarak kendi imkanları ile bastırmış ve Ankara’da adeta kapı kapı dolaşarak devlet görevlilerine bu kitabı dağıtmıştır.
Kıbrıs’ta Türkiyesiz hiçbir şey olmaz diyen Denktaş, Türkiye ile de çok sayıda gerginlik yaşamıştır. Adanın gerçeklerini ve Rumların bütün düşüncelerini bilen Denktaş, Türkiye’yi daha somut adımlar atmaya davet etse de Ankara uzun yıllar boyunca bu işe pek yanaşmamış ya da yanaşmak için gerekli cesareti ve uygun zemini bulamamıştır. Türk-Rum ortaklığında kurulan Kıbrıs Devleti’nin Rumlar tarafından yıkılmasının ardından Rumlar kendilerini adanın tek sahibi olarak ilan etmiş ve uluslararası arenaya da bunu bu şekilde tescil ettirmişlerdir. Rumların iddiasına göre, Türkler ortak devleti protesto ederek bir terörist faaliyet içine girmiş ve adada ayrılıkçılık oluşturmuşlardır. Rumların adanın tek hakimi olarak kendi devletlerini ilan etmelerinin karşılığında Türklerin yapması gereken de kendi devletlerin ilan etmektir. Denktaş, başından beri bu tezi savunsa da maalesef bunun gerçekleşmesini sağlayamamıştır.
20 Temmuz 1974 tarihinde Türk askerinin adaya barış getirmesi neticesinde 11 yıllık Rum terör dönemi sona ermiştir. Bu tarihten hemen sonra 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk toplumu için yeni bir döneme girilmiş ve Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) ilan edilmiştir. Denktaş, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin başkanı olarak görev alsa da bu isimle bir devletin kurulmasının yanlış olduğunu Türkiye’ye her fırsatta anlatmaya çalışmıştır. Türkiye’nin atmış olduğu bu adım, yani devletin ismini Kıbrıs Türk Devleti değil de Kıbrıs Türk Federe Devleti olarak koyması, Kıbrıs’taki çözümü hala Rumlarla ortaklıkta gördüğünün itirafı niteliğindedir. Denktaş hatıralarında bu durumun saçmalığından bahsetmekte ve konfederasyon olmadan federe bir devlet kurmanın anlamsızlığından bahsetmektedir. Ortaya çıkan bu tablo Kıbrıs Türklerini uluslararası platformlarda da haksız duruma düşürmüş ve Rumlar karşısında adeta âciz durumda olan ve Rumlardan bir şey bekleyen bir topluluk gibi görülmelerine sebep olmuştur.
Nihayetinde adadaki çözümün iki eşit devlet ilkesinde olduğunu Ankara’ya kabul ettiren Denktaş, 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC’yi kurmayı başarmıştır. Aslında KKTC’nin kuruluşu da bir oldubitti ile gerçekleşmiş, 12 Eylül askerî yönetimi sonrasında işbaşına gelecek olan Özal hükümetinin, hükümeti kurması beklenmeden bağımsızlık kararı alınmıştır. Denktaş’ın en büyük korkusu, göreve gelen yeni iktidara süreci en başından anlatmak ve yeni hükümeti bir şeylere ikna etmeye çalışmaktır. Denktaş ise daha fazla zaman kaybetmek istemeyerek bu süreci nihayete erdirmeyi başarmıştır.
Hayatını Kıbrıs Türk halkının varlığına adayan ve bu uğurda hiçbir şeyden çekinmeyen Denktaş, hem Rumlara karşı hem de bugün dahi varlığını koruyan ve Türkiye’yi “işgalci” olarak gören Rum sevicilere karşı Türkiye’yi müdafaa etmekten bir an olsun geri durmamıştır. Ana vatan sevgisi her şeyin üzerinde olan Denktaş, hayatının son diliminde ne yazık ki Türkiye’deki siyasi iktidar tarafından istenmeyen adam ilan edilmiş, Türkiye’nin uluslararası alanda önünü tıkamakla ve Türkiye’nin uluslararası çıkarlarına zarar vermekle suçlanmıştır. Bu ithamların Denktaş Bey’in hayatında aldığı en ağır yara olduğuna şüphe yoktur. O günler itibarıyla Denktaş’ı “bunak” olarak gören, Kıbrıs davası diye bir dava tanımayan, “Kıbrıs’ta gerekirse toprak dahi verebiliriz” diyen siyasi iktidar, bugün gelinen noktada Denktaş’ın ortaya koyduğu politikaları harfiyen uygulamaktan başka çare bulamamış ve onun kurduğu devleti dünyaya tanıtmayı dış politika hedeflerinin başına koymuştur.
Gelinen nokta takdir edilesi bir yer olmakla beraber, ümit ederiz ki Denktaş Bey’in ruhundan dilenen bir özür mahiyeti de taşımış olsun. Büyük liderlerin tarihi ve ona boş yere hasımlık edenleri peşinden sürükleme gibi bir meziyetlerinin olduğunu hatırdan çıkarmadan Rauf Raif Denktaş Bey’i rahmetle yad ediyorum. Türk dünyası olarak bugün bağımsız bir Türk cumhuriyetine sahipsek bu elbette canını dişine takarak mücadele eden ve Türklüğe yaptığı hizmetleri çoğu zaman Türklere rağmen yapan bu büyük Türk sayesindedir.
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.