Sosyoloji

Türk Milliyetçiliği’nin Oğuzculuğu ve Dört Arketip Devlet Üzerinden Cumhuriyetçilik

Türkiye’de milliyetçiliğin pek çok kavramının “yanlış bilinç” ile inşa edildiğini uzun süreden beri düşünüyor ve yazıyorum. Bu yargımı temellendirmek için aşağıdaki açıklamayı kaleme aldım. Buna bir tür “manifesto denemesi” de denilebilir.

Kural olarak “Türkçülük” fikri Yusuf Akçura’nın düşünce dünyasında şekillenmiş ve genel mahiyetiyle “ırk” esaslı bir Türklük tasavvuruyla muhtevalandırılmıştır. Akçura, “Türk, Cermen ve Slavların Münasebetleri Tarihi” (1918) başlıklı metninde Türklüğü Kuzey Türklüğü ve Güney Türklüğü olarak iki ana damar olarak ele alır ve her iki Türklüğün Avrupa’da Slavlarla karşılaştıklarını, asıl düşmanlarının Slavlık olduğunu beyan eder. Akçura’nın “ırk” kavramını 1928 yılında kaleme aldığı ve “Türk Yıllığı”nda yayınladığı “Türkçülük Tarihi” makalesinde de kullandığı görülmektedir. Akçura bu ikinci metninde de Türklüğü dört damar üzerinden ele alır: 1) Batı Türkleri (Osmanlılar), 2) Kırım Türkleri, 3) Kuzey Türkleri, 4) Azeriler.

Akçura’nın Türkçülüğün Tarihi kitabında “Türk’ün Tarifi” başlığını açtığını ve orada Türk’ü şöyle tanımladığını görürüz:

“Türkler dediğimiz zaman, etnografya, filoloji ve tarih bilimcilerinin kimi zaman Türk-Tatar-Moğol diye andıkları bir ırktan gelme, âdetleri, dilleri birbirine çok yakın, ortak tarihi hayatları birbirine karışmış olan kavim (ulus) ve kabilelerin (boy) tümünü anlıyoruz. Bu yüzden İranlı ve Avrupalı bazı yazarların ve onları izleyen bir kısım Osmanlı yazarlarının ‘Tatar’ dedikleri Kazanlılar ile Kırgızlar ve Yakutlar da Türkler kelimesinin kapsamı içinde yer alırlar” (Akçura, 1990: 11).

Akçura’nın Türk tanımı, Türkiye’deki milliyetçilik ekollerinin pek çoğunun Türk’ten anladığı ile çelişik bir toplumsallıktır. Örneğin Necip Fazıl’a göre Türk, “Müslüman Oğuz”dan başkası değildir. Necip Fazıl’ın “Ehl-i Sünnet” vurgusuna bakıldığında bu Türklüğün “Şiî Oğuz” olması da onu Türklük dışı kılacaktır. Benzeri yaklaşımlar Yahya Kemal’de de Nurettin Topçu’da da İsmet Özel’de de bulunmaktadır. Pek çok yazar Türklüğü “Ehl-i Sünnet omurgalı Oğuz” olarak tanımlamakta, siyasal arenada da kimi aktörler bu yazar kadrosunun eserlerinden devşirdikleri “Türklük” tanımıyla “Müslüman olmayan Türk, Türk değildir” şeklinde mesaj vermektedir. Bu tanımla ortaya çıkıldığında Çin-Avrupa hattında İpek Yolu’nun yeniden kurgulandığı süreçte jeo-politik bir açmazla karşılaşılacağı ortadadır. Diğer ifadeyle Türk milliyetçileri İran Türklerine “Siz Türk değilsiniz, zira Ehl-i Sünnet omurgalı Oğuz değilsiniz” mi denecektir? Biz bu grup milliyetçiliği “Türk-İslâm Terkipli Milliyetçilik” (TİTM) olarak kategorize ediyoruz ve geleceğin Türkiye’sinin bu türden bir milliyetçilikle inşa edilemeyeceğini savunuyoruz.

Türkiye’nin ikinci bir milliyetçilik ekolünün H. Nihal Atsız’ın açtığı mecradan aktığı açıktır. Ancak Atsız’ın da milliyetçilik (Türkçülük-Turancılık) yaklaşımının önceki ekol (TİTM) ile akraba olduğunu ve dolayısıyla Türkiye’nin geleceğinde jeo-politik ve jeo-stratejik anlamda referans alınabilecek bir teorik bakış getirmediğini söylemeliyiz. Öncelikle Atsız’ın, Akçura’dan hiç beslenmemiş bir Türkçü olarak düşüncelerini ortaya koyduğunu milliyetçi camianın bir ön-kabul olarak teslim etmesi gerekmektedir. Atsız “ırk” temelinde bir Türkçülük inşa etmişse de “Cumhuriyetçi” değil, neo-Osmanlıcı bir Türkçülüğe yakın düşmüştür. Burada “düşmek” kavramını bilinçle kullandığımı belirtmek isterim. Yusuf Akçura’nın “ırk” vurgusu ile H. Nihal Atsız’ın “ırk” vurgusu çakışmamakta, tam aksine çelişmektedir. Akçura, bir atadan gelen soylar ve akraba topluluklar bağlamında “ırk” kavramını kullanırken; Atsız, genetik anlamda “ırk” kavramını kullanmakta ve onu da “Oğuz soyu” üzerinden belirlemektedir. Böylece Atsız’ın Türkçülüğü Hun→Göktürk→Selçuklu→Osmanlı hattında neşet eden Türklük Hareketi’ni esas almaktan kurtulamamaktadır. Atsız Türklüğü Asya’dan Anadolu’ya gelen bir kimlik olarak tanımlarken, Akçura’nın Türkleri Macarları da kuşatmakta ve Avrupa Türklüğü’ne işaret etmektedir. Atsız’ın erken Cumhuriyet’i “Türk Devleti” saymadığı da dikkate alındığında, onun Türkçü Devlet Teorisi’nin büyük bir zaaf, tutarsızlık, hamaset içerdiği teslim edilebilecektir. Atsız 1 Aralık 1950’de Orkun Dergisi’nde yayınladığı “Kurucular Meclisi” makalesinde şöyle demiştir:

“Türkiye Cumhuriyeti 1950 Mayıs’ında kurulmuştur. Ondan önceki 1923-1950 çağı gayrı meşru ve müstebit bir diktatörlük zamanıdır.” (Atsız, Orkun, Sayı: 9, 1 Aralık 1950).

Söz konusu yaklaşımıyla Atsız, neo-Osmanlıcı milliyetçi ekollerle, yani TİTM eksenli milliyetçilikle benzer bir tarih yaklaşımı geliştirmiştir. Burada temel sorun, milliyetçiliğin her iki ekolünün de hem Oğuzcu hem de 1000 yıllık tarih perspektifiyle hareket ediyor olması ve “Cumhuriyetçi” bir milliyetçilik inşa edememesidir. Atsız’ın milliyetçiliğini de “Türkçü Turancı Oğuzcu Milliyetçilik” olarak (TTOM) kavramlaştırabiliriz.

Yusuf Akçura’nın “Cumhuriyetçilik” meselesinde Türk milliyetçiliğinin bu Oğuzcu iki ekolünün (TİTM, TTOM) perspektifinin fevkinde (üstünde) bir makamda durduğunu ileri sürüyoruz.

Şu yargıdan hareket ediyoruz:

Devlet teorisinde DÖRT ARKETİP DEVLET bulunduğu söylenebilecektir: 1) Monarşi (sultan, hükümdar, kral rejimi); 2) Aristokrasi (soylu veya imtiyazlı sınıf rejimi); 3) Teokrasi (din adamları sınıfının yönetimi, Papaizm, Şahlık-Şiî devlet yönetimi); 4) Cumhuriyet (halk iktidarı). Bu dört arketip devlet bütün toplumlardaki siyasal teşekküller için açıklama modeli olarak kullanılabilecektir. Örneğin Hz. Peygamber’in kurduğu Medine Site Yönetimi nasıl tanımlanacaktır? Hz. Peygamber, Site’ye alacağı kabile reisleriyle görüşmüş, kendisinin Töre’yi uygulamak konusunda Hakem olarak kabul edilmesi şartıyla Site bileşenleri ile uzlaşmıştır. Hz. Peygamber, kurduğu yönetim modelinde aristokrasinin, monarşinin, teokrasinin egemen olmasına fırsat vermemiştir. Nitekim bu devlete Yahudiler de “Töre’ye uymak” koşuluyla dahil olmuşlar, ancak sonradan Töre’yi bozdukları için Medine’den çıkarılmışlardır. 4 arketip devlet modelini (Teokrasi, Aristokrasi, Monarşi, Cumhuriyet) erken İslâm toplumuna uyguladığımızda, Hz. Peygamber “Cumhuriyetçi” olur. Hz. Peygamber’den sonra İslâm toplumunu yönetenler ise dört halife devrinde aristokratlar (hilafetin Kureyşliliği), onların ardından da monarklar (Emeviler) olmuştur. İslâm tarihinde Hz. Peygamber’den sonra Cumhuriyetçilik Türkçülükle 1923’te avdet etti (geri geldi).

Meseleye bu zaviyeden bakıldığında Türkiye’nin iki Oğuzcu milliyetçiliğinin (TİTM, TTOM) devlet modelinin ne olduğu sorusu başat hale gelmektedir. Temel olarak karıştırılan husus, Demokrasi’nin bir “Devlet Modeli” olduğu yanılsamasıdır. Örneğin Ziya Gökalp, eski Türk devlet sisteminin “demokrasi” olduğunu dahi ileri sürebilmiştir:

“Dünyanın en demokrat kavmi eski Türkler olduğu gibi, en feminist nesli de yine eski Türklerdir. Zaten feminizm, demokrasinin yani müsavatın kadınlara ait bir tecellisinden ibarettir.” (Ziya Gökalp, 2019: 151).

Oysa demokrasi, bir Devlet arketipi değildir. Yöneteni seçme modelidir. Türk halkları içinde akbodun/karabodun ayrımı yapan bir düşünürün “demokrasi” vurgusu çelişik ve tutarsızdır. İslamcılar da “demokrasi”den bahsederek “Cumhuriyet” ile kavga yaşamıştır. Örneğin Terakkiperver Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kapatılmasını “demokrasiye aykırı” sayan ideolojik ekoller arasında İslamcılar da bulunmaktadır. Oysa demokrasi yukarıda da işaret ettiğim gibi bir hükümete geçme modelidir. Cumhuriyet ise Devlet arketipidir. İslâmcılar Cumhuriyet’i paranteze alıp, demokrat oldu ve topluma “demokratlığı” bir Devlet arketipi gibi sundu. Yanlış bilinç Devlet ile Hükümet’i ayıramamaktan gelmektedir.

Yukarıdaki açıklama modelinden hareket edildiğinde soralım:

Nihal Atsız Cumhuriyetçi midir? Değildir.

Osman Yüksel Serdengeçti de değildir. Nurettin Topçu, Erol Güngör, Nevzat Kösoğlu, Durmuş Hocaoğlu…? Hiçbiri değildir.

Türk milliyetçiliğinin iki başat ekolünün aydınları (TİTM, TTOM) dört arketip devletten (Aristokrasi, Monarşi, Teokrasi, Cumhuriyet) hangisini teklif ettiler? Örneğin İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu’nun “lâik” bir devlet tesis ettiğini iddia etti (Türk-İslam Sentezi kitabında). Oysa Selçuklu sultanı Tuğrul’a, “doğunun ve batının sultanı” unvanını veren makam Abbasi Halifesi idi. Lâikliğe Halife’den meşruiyet arayan Kafesoğlu’nun argümanı “lâiklik kuramı” bağlamında hatalıdır. Zaten Selçuklu’nun sistemi ne Demokrasi ne de Cumhuriyet’tir; Monarşi’dir. Bu siyasal modele Teokratik-Monarşizm demek dahi mümkündür. İşte Nihal Atsız gibi bir Türkçü-Turancı, milliyetçiliğini -Din’e mesafeli olmasına rağmen- 1040’ı başlangıç noktası saymak nedeniyle Oğuzcu Ehl-i Sünnet Türklüğü üzerinden temellendirmektedir.

İbrahim Kafesoğlu, H. Nihal Atsız ve Türk Milliyetçileri niçin Cumhuriyet merkezli bir Türk Devleti İdeası inşa edemedi?

Çünkü Kafesoğlu, Kösoğlu, Hocaoğlu, Atsız, Serdengeçti, Topçu, Yahya Kemal, İsmet Özel, Şaban Teoman Duralı, Erol Güngör, Mustafa Çalık vd. yazarlar için Türk Milleti, Selçuklu-Osmanlı hattında yaşamış Oğuz kökenli tarihsel toplumdur. Bu müellifler Oğuzlara göre tarih yazdılar.

Meselenin başka bir ciheti daha var: Bu yazarların hemen tamamı İbn Halduncu tarih anlayışına bağlandı. İslam siyaset düşüncesinde Fârâbî Cumhuriyet, İbn Haldun Teokratik-Monark devlet modeli teklif etti. İslâmcılar, Türk milliyetçileri, liberal Sol’a bakalım; bu ekollerin hepsi İbn Halduncu oldu. İbn Haldun’un devlet teorisi “baskın basanındır” anlayışından doğduğundan “Cumhuriyet” devlet modelini savunamazdı. İbn Haldun, Devlet’in kuruluşunu Monark ile sağlayıp, meşruiyetini Din ile (Teokrasi) gerçekleştiren karma model sundu. İslâmcılar da Milliyetçiler de onun fikirlerini alıp benimsedi. Böylece Oğuzculuk yapmayan Yusuf Akçura’nın unutulması sağlanabilirdi.


Kaynaklar:

  • Akçura Yusuf, Türkçülük (Türkçülüğün Tarihi), Toker Yayınları, 1990.
  • Akçura Yusuf, Türk Cermen ve Slavların Münasebetleri Tarihi, Dönem Yayıncılık, 2023.
  • Atsız H. Nihal, Kurucular Meclisi, Orkun Dergisi, Sayı: 9, 1 Aralık 1950.
  • Kafesoğlu İbrahim, Türk-İslâm Sentezi, Ötüken Neşriyat, 2020.
  • Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını, Çeviri ve Sözlük: Ebru Özgün- Buğra O. Uluyüz, 2019.
Visited 270 times, 3 visit(s) today

Close