Sosyoloji

Hegemonik Erkeklik: Kendi Çöplüğünde Öten Erkeğin Dramı

Erkeklik, son yıllarda önemli tartışma konularından biri haline gelmiştir. Feminist kuramların eleştirileri kamusal alanda önemli bir yankı bulurken, popüler kültür bu eleştirileri çoğu zaman yüzeysel ve tek boyutlu biçimde yansıtmıştır. Özellikle feminizmin popüler dili, “bütün erkekler aynıdır” söylemi ile erkekliği tek bir kimlik gibi algılamamıza yol açar. Oysa erkeklik, farklı toplumsal koşullarda yeniden üretilen, kendi içinde çatışmalar ve hiyerarşiler barındıran bir yapıdır. Bu yapının en tepesinde ise R.W. Connell’in kavramsallaştırdığı “hegemonik erkeklik” yer alır.

Hegemonik erkeklik yalnızca bireysel bir tutum ya da toplumsal bir rol değil, aynı zamanda iktidarların elinde toplumu yönetmek için kullandıkları bir araçtır. Siyasal sistemler, bir iktidar tekniği olarak, erkeklik ideallerini yeniden üreterek yurttaşları disipline eder, itaati pekiştirir ve iktidar tekniklerini meşrulaştırır. Bu nedenle hegemonik erkeklik tartışması yalnızca toplumsal cinsiyet meselesi değil, aynı zamanda bir iktidar ve siyaset meselesidir.

Hegemonik Erkeklik

Connell’e göre erkeklikler arasında katı bir hiyerarşi vardır. Zirvede, toplum tarafından en fazla onurlandırılan ve “ideal” olarak sunulan hegemonik erkeklik bulunur. Genellikle heteroseksüel, orta sınıf, güçlü ve aile geçimini üstlenen bir figürle temsil edilir. Ataerkil sistemden en çok faydayı sağlayanlar bu küçük gruptur.

Piramidin alt basamaklarında farklı erkeklik biçimleri yer alır. “Suç ortağı erkeklik” hegemonik modele tam uymasa da ondan faydalanır ve sorgulamadan sistemin devamına hizmet eder. “Madun erkeklik” ise genellikle eşcinsel erkeklerde görüldüğü gibi dışlanan ve aşağılanan biçimlerdir. Ayrıca sınıf, etnik köken veya ırk nedeniyle iktidara erişemeyen “marjinal erkeklik” de bu hiyerarşinin dışında kalır.

Bu tablo, erkekliğin yalnızca kadınları değil, erkeklerin büyük çoğunluğunu da baskı altında tuttuğunu gösterir. Hegemonik ideal, erkekler üzerinde ağır bir psikolojik baskı yaratır. Toplumsal beklenti ile bireysel gerçeklik arasındaki gerilim “cinsiyet rolü stresi” olarak adlandırılır. Duygularını göstermek, başarısız olmak ya da işsiz kalmak erkekliği tehdit altında hissettirir. “Kırılgan Erkeklik Kuramı” da bu noktaya işaret eder: Erkeklik, sürekli kanıtlanması gereken, kolayca kaybedilebilen kırılgan bir statüdür. Bu kırılganlık, çoğu zaman şiddet, saldırganlık ve riskli davranışlarla telafi edilmeye çalışılır.

Son yıllarda yükselişe geçen “incel” (istemeden bekar kalan erkekler) ve “redpill” (kadın-erkek ilişkilerini biyolojik determinizme indirgeyen ve kadın düşmanlığına yaslanan) akımları, bu kırılganlığın dijital kültürdeki yansımaları olarak görülebilir. Bu gruplar, erkekliğin sürekli tehdit altında olduğu düşüncesini körükleyerek, hegemonik modeli yeniden üretmekte ve erkekleri “kaybettikleri” iktidarı şiddet veya nefret söylemleriyle telafi etmeye çağırmaktadır.

Erkekliğin Bir Yönetim Aracı Olarak Kullanılması

Hegemonik erkeklik yalnızca toplumsal rıza ile değil, otoritelerle kurduğu simbiyotik ilişkiyle de güç kazanır. Siyaset, erkekliği yeniden üreten en önemli alanlardan biridir. Savaş ve çatışma anları, bu ilişkinin en çıplak biçimde görüldüğü dönemlerdir. Erkekler, “kahraman” imgelerle yüceltilirken, düşman erkekler aşağılanır ve çoğu zaman “kadınlaştırılarak” küçültülür. Savaşta uygulanan cinsel şiddet ve işkence, karşı tarafın erkekliğini çökertme stratejisi olarak devreye girer.

Bununla beraber gündelik siyasette karşı tarafı küçümsemenin en yaygın yolu, onları “korkak” ya da “kadınsı” olmakla itham etmektir. Bu bağlamda erkeklik, hem savaşta hem barışta, iktidarların elinde güçlü bir araç haline gelir. Günümüzde erkekliğin gangsta kültürü içinde idealize edilmesi bu ilişkinin yeni bir boyutudur. Erkeksilik, popüler kültürde suçla özdeşleştirilmektedir. Popüler kültürde kadın karakterler dahi, “kendini koruyacak güçlü erkek” imgesini yüceltir; bu yaklaşım, gangsta tarzı erkek figürünün hegemonik konumunu pekiştirmesine hizmet eder. Benzer şekilde, “bad boy” erkek figürünün romantize edilmesi, erkekliği şiddet ve suç üzerinden kuran modeli çekici hâle getirir. Bu süreç, yalnızca toplumsal cinsiyet normlarını yeniden üretmekle kalmaz; aynı zamanda suç ekonomisine insan kaynağı sağlamayı kolaylaştırır ve kitleleri korku ve tahakküm altında tutan güç mekanizmalarının sürekliliğine dolaylı olarak katkıda bulunur.

Yeşilçam ve Günümüz Erkekliği

Erkeklik sadece siyaset ve savaşla değil, kültürel temsillerle de yeniden üretilir. Bu nedenle bugünkü erkekliğin dramını daha görünür kılmak için geçmişle bir karşılaştırma yapmak anlamlıdır.

Yeşilçam sinemasında erkeklik, otoriteye karşı durabilen ve zayıfları korumayı bir görev olarak üstlenen bir biçimde öne çıkar. Yeşilçam’daki erkek karakterler genellikle yalnızca fiziksel güçle değil, adalet ve protest tavırla tanımlanır. Bu figürler, kendilerinden güçlü olana boyun eğmek yerine gerekirse onunla çatışmayı göze alır ve bireysel çıkar yerine toplumsal sorumluluk ve başkalarının haklarını korumayı öncelik edinirler. Bununla birlikte bu karakterler, kadınları baskılayan davranışlar da sergileyebilmektedir.

Günümüz erkekliği ise bu çizgiden belirgin biçimde ayrılmıştır. Modern erkek figürü çoğu kez mafyatik, gangster ya da sokak serserisi kimlikleriyle görünür. Erkeklik, suç ve şiddet üzerinden kanıtlanır; ancak bu şiddet genellikle mikro iktidar alanlarına yönelir ve kendisinden zayıf olanlara odaklanır. Üst otoriteye karşı bir başkaldırı ya da adalet arayışı yoktur; aksine gerektiğinde “üst otoriteye” boyun eğen, onunla işbirliği yapan ve çoğu zaman bir vasallık ilişkisi içinde var olan bir kimliğe dönüşmüştür.

Bu durum, erkekliği protest niteliğinden yoksun, korkak ve işbirlikçi bir güç pratiğine indirger. Altındakileri ezmek yoluyla varlık kuran ama üstüne karşı sessiz kalan bir yapı ortaya çıkar. Dolayısıyla Yeşilçam’ın idealize ettiği “otoriteyle çatışabilen, zayıfı koruyan” erkek figürü ile günümüzün “suç üzerinden güç devşiren ama otoriteye boyun eğen” erkekliği arasında keskin bir fark bulunmaktadır.

Birincisi toplumsal sorumluluk sahibi ve adalet yanlısı bir kimliği temsil ederken; ikincisi bireysel iktidar gösterisiyle sınırlı, protest yanı olmayan ve işbirlikçi bir kimliğe indirgenmiştir. Bu karşıtlık, erkeklik temsillerindeki değişimin sadece kültürel değil, aynı zamanda iktidar ilişkilerindeki yapısal dönüşümlerle de bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak bugünün hegemonik erkekliği, “kendi çöplüğünde öten bir vasal” figürüne dönüşmüştür. Erkeklik, siyasal iktidarın yönetim teknikleri içinde kullanılan, apolitik ve itaatkâr bir yapıya bürünmüştür. Kültür endüstrisi ise bu erkeği idealize ederek, vasallığı cazip bir kimlik gibi sunmaktadır.

Visited 43 times, 1 visit(s) today

Close