9:40 am Aybars Öztuna, Dış Politika, Siyaset

Güney Kafkasya’da Yeni Dönem

Washington, D.C.’deki Ağustos zirvesi, Güney Kafkasya için son dönemdeki en kritik diplomatik dönüm noktalarından biri olarak görüldü. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, ABD Başkanı Donald Trump ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan tarafından imzalanan ortak bildiri, sadece üç ülke için değil, aynı zamanda bölgesel jeopolitik dengeler için de yeni bir dönemin habercisi olarak nitelendirildi. Bakü’nün tüm şartları barış anlaşması olarak resmen onaylandı. Bu durum, 2020’den bu yana Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinde sergilenen diplomasi merkezli tutumun en somut ürünü olarak değerlendiriliyor. Gerçekten de, 2020 sonrası Karabağ Savaşı güvenlik düzeni, kısa vadeli ateşkeslerin veya bazı geçici anlaşmaların sonsuz döngüsünden çok daha önemli olan kapsamlı ve sürdürebilir barışın zeminini hazırlamak içindi. Bu süreçte Bakü, askeri üstünlüğünü diplomatik bir avantaja dönüştürmek için de kullandı. Bu dönüşüm, Washington toplantılarında sergilendi. Zirvenin en dikkat çekici temalarından biri Minsk Grubu’nun sona erdirilip erdirilmeyeceğiydi. Savaşın sona ermesinden bu yana Minsk Grubu kartını masada tutmaya çalışan esasen Ermenistan’dı, ancak bu çaba da artık resmen sona erdi. Minsk Grubu’nun sona ermesi, Azerbaycan için büyük bir zaferi işaret edecek ve bu ilke talep baskısını karşılayacak. Moskova, ABD’nin Güney Kafkasya’daki konumunun yeniden değerlendirildiği bir dönemde, yakın komşuları üzerindeki etkisini yeniden tesis etmeye istekli olduğunu kanıtladı.  Bildiri ayrıca Ermeni taraflarına ülkelerinin anayasasında değişiklikleri dolaylı olarak onaylamaları çağrısında bulundu. Bu değişikliklerin amacı, Karabağ üzerindeki iddiaları sona erdirmek ve barış sürecini kurumsallaştırmaktır. Gerçekten de, tarafların nihai anlaşmanın imzalanması için gerekli ek adımlar konusundaki anlaşması, her şeyin yeni başladığını gösteriyor. Ancak, siyasi ve hukuki metinler zirvenin tek olumlu sonucu olamazdı. İlgi, bölgesel lojistik hatların etkinleştirilmesi iradesine de odaklandı. Çeşitli aktörlerin müdahalesiyle yıllardır tarafların gündeminden tamamen çıkarılan Zengezur Koridoru meselesi, bu zirvede somut bir çerçeve kazandı. Koridorun, Azerbaycan anakarası ile Nahçıvan arasında kesintisiz bir bağlantı oluşturması ve muhtemelen bölgesel ticaretin kalıcı bir yolu olarak gelişmesi bekleniyor. Bu bağlamda, ABD-EGS liderliğinde uluslararası barış ve refah için Trump Yolu projesi, bölgesel entegrasyonun bir örneği olarak öne çıkabilir. Trump, zirveden önce Aliyev’den alıntılar paylaştı ve açılımlar yapılacağını işaret etti. 1992’den beri yürürlükte olan savunma ve teknoloji işbirliği fırsatlarını açan Özgürlük Destek Yasası’nın (FSA) 907. bölümünün kaldırılmasına yol açtı. Bölgesel düzeyde, Washington Zirvesi, geriye dönüp bakıldığında, Soğuk Savaş’ın sonunda ortaya çıktığı bilinen donmuş çatışmaların daha geniş ölçekte, her zaman kalıcı olmasa da, çözülmeye başladığı birkaç erken örnekten biri olarak kabul edilebilir. Bu da “post-Sovyet alan” anlamını aşındırma olasılığını artırıyor. Bu süreç, Bakü’nün askeri zaferini diplomatik masada sağlamlaştırmasına ve kendisini Türk dünyası ve Orta Asya ile daha fazla entegre etmesine ve Güney Kafkasya’da yeni bir güç mimarisi oluşturmasına olanak tanıdı.

Ulaşım ve lojistik entegrasyonu, Washington Zirvesi’nde en dikkat çekici konulardan biri oldu. Zengezur Koridoru’nun uygulanmasının kararlaştırılan biçimi, şimdi sadece Azerbaycan-Ermenistan hattında değil, aynı zamanda tüm Avrasya ulaşım haritasında da taktik bir dönüm noktası oluşturdu. Bu koridor, Azerbaycan anakarası ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasında engelsiz kara ve demiryolu ulaşım bağlantıları sağlayacak ve ayrıca Türkiye’ye Orta Asya’dan doğrudan erişim imkanı tanıyacak. Açılacak koridor, Kuzey-Güney ve Doğu-Batı ticaret yollarını, Türkay’dan başlayarak Basra Körfezi’nden Avrupa’ya kadar uzanan koridorlar üzerinden küresel ölçekte birleştirecek. En azından bu gelişme, Bakü’nün sıkça tekrarlanan “bölgesel lojistik merkezi” olarak hareket etme arzusunun somut bir şekilde gerçekleşmesidir. Zirvede açıklanan Uluslararası Barış ve Refah için Trump Yolu Projesi’nin yakında uygulanması, Amerika’nın bölgesel ekonomik entegrasyona katılma niyetini açıkça ortaya koyuyor. Proje, ulaşım altyapısının yanı sıra enerji ve dijital iletişim hatlarını da içeriyor. Ermeni topraklarından geçen demiryolu hattının işletme haklarının 99 yıllığına bir Amerikan firmasına devredilmesi anlaşması, Washington’un Güney Kafkasya’da uzun vadeli bir ekonomik pay oluşturma isteğinin bir parçası olarak görülmelidir. Beş yıl içinde yirmi milyon ton taşıma kapasitesine sahip olması öngörülen hattın başlangıç kapasitesinin yıllık sekiz ila on milyon milyon ton civarında olması bekleniyor. Bu, lojistik maliyetlerini yüzde otuz beşe kadar azaltması beklenen bölgesel ülkeler için cazip bir ekonomik avantaj sağlıyor. Bu anlaşmalar, transit kadar enerji boyutuyla da ilgilidir. Zengezur koridoru planı, sadece mal teslimatı için değil, aynı zamanda enerji boru hatları için de bir koridor oluşturmak amacıyla yaratıldı. Bu koridor üzerinden yüksek kapasiteli doğalgaz boru hatları, petrol boru hatları ve fiber optik iletişim kabloları geçecek ve bölgeyi enerji ve bilgi altyapılarına bağlayacak. Bu son derece politize edilmiş durumsal arka plan üzerinde Bakü, enerji diplomasisi başarısını gerçekleştirecek ve dolayısıyla Ermenistan’ı bölgesel enerji denklemine dahil edecektir. Özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya karşı saldırganlığı, Avrupa’nın enerji güvenliği için alternatif tedarik hatlarının stratejik önemini vurgularken, bu koridor jeostratejik değerini kat kat artırıyor. Ayrıca, Washington Zirvesi’nde ulaşım ve enerji konularının yanı sıra siyasi ve güvenlik bölümleri de büyük bir hızla tamamlandı. Bunlardan biri, Minsk Grubu’nun sona erdirilmesi kararıydı. Karabağ sorununu çözmede üçlü eş başkanlık modeliyle çalışan Minsk Grubu’nun kaldırılması, tarafların diplomatik sürecin tam kontrolünü ele geçirdiği anlamına geliyor. Washington Zirvesi’nin sonucu, sadece Azerbaycan ve Ermenistan için değil, aynı zamanda Rusya, İran, Türkiye ve Orta Asya ülkeleri için de bölgesel bir denge etkisi taşıyacaktır. İran durumunda, bu yönlendirme, Kuzey-Güney hattını kendi toprakları üzerinden zorlayan yeni bir oyuncu ortaya çıkaracaktır. Ancak koridorun enerji ve lojistik açısından çok yönlü rolü, bölgedeki tüm ülkelerin ekonomik çıkarlarına yol açabilir. Dolayısıyla, Moskova ve Tahran, süreci zorlamaktan ziyade dolaylı bir katılım yolu arayacaktır. Ayrıca, bu zirvenin diplomatik atmosferi, 1978 Camp David Anlaşması’ndan 1993 Oslo Süreci’ne kadar tarihi olayları anımsatıyor. Her iki örnek de ABD’nin inatçı anlaşmazlıklarda arabuluculuk yaptığını gösteriyor. Ancak Washington Zirvesi, bu standart arabuluculuk rolünü aştı ve tüm yönleriyle taraflardan birinin, Azerbaycan’ın ihtiyaçlarını karşılayan bir çerçeve sağladı. Bu politika, 2020 sonrası Bakü’nün uyguladığı denge diplomasisinin bir parçası olarak geliştirildi. Batı ve Doğu arasında dengeyi koruyarak, Azerbaycan aynı anda gerektiğinde Moskova’da ve gerektiğinde Washington’da etkili bir yer edindi. Bu çok vektörlü dış politika, hem ekonomik yatırımların hem de güvenlik garantilerinin çeşitlendirilmesine izin verdi. Washington Zirvesi, bu yaklaşımın gerçek bir kanıtı olarak görülebilir.

ULASTIRMA VE ALTYAPI BAKANI KARAISMAILOGLU, SUVEYS KANALINA ALTERNATIF EN UYGUN ROTANIN ORTA KORIDOR OLDUGUNU KAYDETTI FOTO-ANKARA-DHA

Kısacası, ABD’nin barış arayışında olan bir aktörden barış sürecinde bir ortak haline geldiği; zirvenin kazananlarının sadece Azerbaycan ve Ermenistan olmadığı anlaşılıyor. Şu anda, bu koridor, orta koridor stratejisinin en değerli eksik halkasıdır, çünkü Türkiye’den Orta Asya’ya kesintisiz erişim sağlayacaktır. Orta Asya ülkelerinin, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne rakip olabilecek alternatif bir hat üzerinden Avrupa’ya ulaşmalarına olanak tanıyacaktır. Hatta Basra Körfezi ülkeleri bile lojistik maliyetlerini düşürebileceklerdir. ABD zirvesi, bu özel bağlamda Güney Kafkasya ile sınırlı kalmayacak kadar geniş bir şekilde siyasi ve ekonomik düzenlemelerin payını yeniden gözden geçiriyor. Bu sürecin önünde potansiyel riskler de bulunmaktadır. Sürecin en savunmasız dallarından biri, Rusya ve İran’ın, hem yumuşak hem de sert güçten yararlandıkları bir bölgeden dışlanmaya nasıl tepki vereceğidir. Ancak, zirveden çıkan ve giderek çok taraflı yatırımlar ve ticaret yollarıyla bağlı olan kararlar, jeopolitiğin ima edebileceği birçok şeyi nüanslayabilir. Ekonomik olarak birbirine bağlı bölgelerde, krizlerin sıcak savaşlara dönüşme olasılığı her zaman daha düşüktür. Son olarak, Washington Zirvesi’nin başarısı, tek bir aktör üzerinden değil, çok katmanlı bir strateji üzerinden okunmalıdır. Azerbaycan, askeri savaş alanı nedeniyle müzakere alanını güçlendirdi, uluslararası diplomasi yoluyla söylemini meşrulaştırdı; ekonomik projeler sayesinde süreci kalıcı hale getirdi, çok taraflı ittifaklar sayesinde manevra alanını genişletti. ABD, hem bölgesel hem de küresel çıkarlarını güçlendirdi ve bu süreci küresel ticaret ve güvenlik stratejisiyle uyumlu hale getirdi. Ermenistan, uzun vadeli barış ve ekonomik entegrasyonun kendi gelişimi için bir fırsat olduğunu anladı.Tarih genellikle savaşları ve çatışmaları hatırlar ve savaşı kazandıktan sonra barışı geliştirme yeteneği gerçek bir stratejik başarıdır. Washington Zirvesi, bu anlamda bir ders niteliğindedir. Önümüzdeki yıllarda, Zengezur Koridoru’ndan geçen yük trenleri, fiber optik kablolar veya enerji hatları sadece mal veya veri taşımayacak, aynı zamanda bölgenin geleceğine güven duymasını sağlayan bir barış vizyonu oluşturacak. Bu süreç planlandığı gibi işlerse, Güney Kafkasya, onlarca yıllık çatışmaların gölgesinden çıkarak Avrasya’nın en dinamik entegrasyon alanlarından biri haline gelebilir.

Visited 37 times, 1 visit(s) today

Close