Puşkin’le Politik Psikoloji Dersleri – 4
Önceki yazılarda, Puşkin’in eserlerini politik psikoloji merceğinden geçirirken, daha çok kolektif dinamiklere odaklanmıştık. Boris Godunov’da meşruiyetin doğmayışını, halkın sessizliğinde gördük. Yüzbaşının Kızı’nda sıfırdan kurulan karizmatik otoriteyi, bir kürk jestinin gölgesinde inceledik. Dubrovski’de ise kurallar ayakta kalırken adaletin çöküşünü, bireysel isyanın toplumsal yankılarında tartıştık. Şimdi, dördüncü derste, odak bireysel psikolojiye kayıyor. Ancak bu kayış tamamen bireysel bir alana sınırlı kalmıyor. Maça Kızı, bireysel bir çöküş hikâyesi gibi görünse de altında kolektif bir fantezi yatıyor. Bu fantezi, hızlı zenginleşme hayali olarak tanımlanabilir. Bireyi eritirken toplumu da zehirleyen bu hayal, politik sistemlerin eşitsizliği maskeleme aracına dönüşür. Puşkin’in 1833’te yazdığı bu hikâye, bugün sosyal medyanın ve neoliberal politikaların beslediği bir salgın haline gelmiş. Puşkin bu eserinde rasyonel düşüncenin adım adım erimesi, fantezinin gerçekliğin yerini alması gibi süreçleri açığa vuruyor. Hermann’ın trajedisi, bireysel bir delilikten öte, toplumsal bir tuzağın parçası olarak ele alınmalıdır. Bu tuzağın kökenleri, politik düzenlemelerde yatar ve hâlâ geçerli bir uyarı sunar.
Son yıllarda, hızlı zenginleşme umutlarıyla dağılan hayatlar çoğaldı. Kripto borsalarında birikimini silen gençler, online kumarda ev tapusunu kaybeden babalar, herkesin zengin olduğu algısına kapılıp umutsuzluğa sürüklenen öğrenciler gibi örnekler, bu salgının belirtileri olarak karşımıza çıkıyor. Bu hikâyeler, bireysel hatalar gibi görünse de altında kolektif bir psikoloji yatıyor. Toplumun eşitsizliğini gizleyen, bireysel başarı mitini pompalayan bir sistem, bu fantezileri körükler. Sosyal medya, burada önemli bir rol oynar. Algoritmalar, başarı hikâyelerini öne çıkarırken, başarısızlıkları gizler. Bu durum, kitlelerin benzer hayallere kapılmasını sağlar. Çünkü herkesin zengin olduğu algısı, gerçek eşitsizlikleri perdeleyen bir illüzyon yaratır. Puşkin’in Hermann’ı, bu dinamiğin erken bir portresi olarak karşımıza çıkar.
Üç Kartın Sırrı: Bir Efsanenin Doğuşu
Hikâye, Alman asıllı genç mühendis subay Hermann’la başlar. Soğukkanlı ve hesaplı bir adamdır. Fakirdir, ama disiplinlidir. Kumar oynamaz. Sadece izler, hesaplar ve yargılar. Arkadaşları masada şanslarını denerken, o kenarda durur. İçinden geçirir. “Ne aptallar!” Kendini onların üstünde görür. Sistemin farkında olan tek kişi odur. Bu üstünlük duygusu, onun kalkanıdır. Bu kalkan, kaybetme korkusunun perdesidir.
Bir gece, arkadaşlarından Tomski’nin anlattığı bir efsane her şeyi değiştirir. Tomski’nin büyükannesi, yaşlı kontes, gençliğinde Paris’te üç kartın sırrını öğrenmiştir: “Bu kartlarla oynarsan, her zaman kazanırsın.” Kontes, sırrı sadece iki kişiye açıklamış ve bir daha kimseye söylememeye yemin etmiştir. Efsane, Hermann’ın zihninde bir kıvılcım uyandırır: “Bu sır gerçek olmalı. Onu öğrenmeliyim.” Kontesin yanında yaşayan genç nedime Lizaveta’ya yaklaşır. Romantik bir rol oynar. Onu kendisine âşık eder. Lizaveta’nın yardımıyla kontesin evine sızar. Bir gece, kontesin odasına girer. Tabancasını çeker: “Üç kartın sırrını söyle, yoksa….” Kontes dehşete kapılır. Konuşamaz. Korkudan kalp krizi geçirir ve ölür.
Cenazede, tabutun yanından geçerken Hermann, yaşlı kadının kendisine göz kırptığını sanır. O gece, bir hayalet deneyimi yaşar. Kontes yanına gelir ve kulağına üç kartı fısıldar. Üçlü, yedili, as. Hermann, kumara başlar. İlk gece üçlüyle kazanır. İkincisinde yediliyle. Üçüncüde as oynar. Ama masaya maça kızı gelir. Kartın yüzünde kontesin silueti belirir. Hermann her şeyini kaybeder. Akıl hastanesine kapatılır. Tek mırıldandığı şudur: “Üçlü, yedili, as. Üçlü, yedili, maça kızı.”
Bu özet, hikâyenin gotik katmanlarını gösteriyor. Şans, suçluluk ve delilik gibi unsurlar ön planda durur, ama Puşkin’in dehası, bireysel trajediyi toplumsal bir eleştiriye dönüştürmesinde yatar. Hermann’ın çöküşü, sadece kişisel bir hata değildir. Eşitsiz bir toplumun ürettiği bir fantezinin sonucu olarak okunmalıdır. Bu fantezi, politik düzenlemelerin eşitsizliği maskeleme aracına dönüşür.
Rasyonel Adam Nasıl Çöker? Adım Adım Bir Erozyon
Hermann, dışarıdan rasyonel görünür. Bu görüntü, bir yanılsamadır. Üstünlük fantezisiyle cilalanmış bir kalkan olarak işlev görür. Kendini oyunun dışında konumlandırır. “Ben gözlemciyim, onlar oyuncu. Ben akıllıyım, onlar değil.” Bu, narsistik bir savunma olarak tanımlanabilir. Kaybetme korkusunun maskesi olarak çalışır. Efsane, bu dengeyi bozar. Üç kartın sırrı, riskten arındırılmış bir kazanç vaat eder. Hermann, artık oynayabileceğini düşünür. İşte burada iki temel mekanizma devreye girer:
İlk olarak, doğrulama yanlılığı dediğimiz zihinsel mekanizma çalışır: İnsanlar, inandıkları şeyi doğrulayan bilgilere tutunur. Tersini görmezden gelir. Hermann, efsaneye inanmak ister. Çünkü bu inanç, umut ve üstünlük verir. O andan itibaren her ayrıntıyı işaret gibi yorumlar. Kontesin evini bulması “kader” olur. Lizaveta’nın âşık oluşu, kapının açıldığına delalet eder. Kontesin ölümü, sırf hayaletin gelmesine hazırlık sayılır. Hiçbiri gerçek kanıt değildir. Hermann, görmek istediğini görür. Bu yanlılık, bireysel bir hata gibi görünse de toplumsal bir bağlamda çoğalır. Eşitsiz toplumlarda, hızlı yükseliş hikâyeleri sürekli dolaşır. İnsanlar kendi hayatlarında benzer işaretler arar.
İkinci mekanizma, kontrol yanılsaması olarak adlandırılır. Şansın hüküm sürdüğü alanlarda bile, insanlar kendilerini kontrol sahibi sanır. Üç kartın sırrı, şansı ehlileştirme vaadi sunar. İlk iki eldeki başarı, bu duyguyu pekiştirir. Üçüncü elde kaybedince bile inanç dağılmaz. Biçim değiştirir. “Yanlış uyguladım veya bir şey beni aldattı” diye düşünür. “Belki sır yoktu” düşüncesi aklına gelmez.
Bu yanılsamanın toplumsal bir boyutu da vardır. Modern toplumlarda, bireysel başarı miti insanları sistematik eşitsizlikleri görmezden gelmeye iter. Neoliberal politikalar, bu miti pompalayarak bireysel sorumluluğu öne çıkarır. Sanki şans, akıl ve çabayla yenilebilir ya da terbiye edilebilir. “Ben özelim, kurallar benim için geçerli değil” düşüncesi, bu politikaların bireysel başarı mitiyle örtüşür.
Bu mekanizmaların tabanında, her şeye gücü yetme fantezisi yatar. Çocuklukta bu normaldir. Küçük çocuk, ağlarsam annem gelir diye düşünür ve her halükarda annesini ayağına getirebileceğine inanır. Yetişkinlikte bu fantezi, gerçeklikle dengelenmelidir. Hermann’da dengelenmez. Fakir bir subay olarak toplumda özel değildir. Ama zihninde kendini özel yapar. Efsane, bu fırsatı verir. “Sırrı öğrenirsem, gerçekten özel olacağım” diye inanır. Fantezi, hakikatten daha teselli edicidir. Gerçekte Hermann şanssız ve sıradandır. Bu acı vericidir. Fantezi ise “ben özelim, zengin olacağım” der ve acıyı öteler. Bu öteleme, bireysel bir kaçış olsa da bazen toplumsal bir salgına dönüşür. Eşitsizliğin arttığı toplumlarda, bu tür fanteziler kitleleri hipnotize eder. Sistemik sorunları bireysel başarısızlık olarak algılatır. Sosyal medya da bu algıyı destekler. Başarı hikâyelerini sürekli dolaşıma sokar. Bu durum, kitlelerin benzer hayallere kapılmasını sağlar. Çünkü herkesin zengin olduğu algısı, gerçek eşitsizlikleri perdeleyen bir illüzyon yaratır.
Bugün, aynı dinamiği kripto piyasalarında görüyoruz. “Grafiği okuyorum, sistemi çözdüm, vaktinde çıkarım” diyenler, kontrol yanılsamasının kurbanı oluyor. Piyasa öngörülemezdir. Ama inanmak kontrol hissi verir. His, veriden önce gelir.
Ahlakın Sessizce Erimesi: Adım Adım Bir Çözülme
Hermann’ın çöküşü, sadece zihinsel değildir, o aynı zamanda ahlaki sınırları da aşar. Lizaveta’yı manipüle eder. Yaşlı kontesi tehdit eder ve ölümüne neden olur. Peki vicdanı nasıl rahat eder? Bu süreç, ahlaki çözülmenin klasik mekanizmalarını gösterir. İnsanlar, suçlarını gerekçelendirerek, sorumluluğu dağıtarak, sonuçları küçülterek ve kurbanlarını nesneleştirerek vicdanlarını susturur.
Bu mekanizmaları madde madde detaylandıralım.
Ahlaki gerekçelendirme: Hermann, “ben fakirim, sistem adaletsiz” diye düşünür. “Zenginler zaten haksız yollardan zengin oldu. Ben hakkımı alıyorum” der. Bu çerçeve, suçu adalet arayışına boyar.
Yumuşak dil kullanımı: “Sadece sordum, vurmadım” der. Şiddet yumuşatılır.
Avantajlı karşılaştırma: “Başkaları cinayet işliyor, ben sadece sır istedim” diye kıyaslar.
Sorumluluğu azaltma: “Kontes zaten yaşlıydı, zaten ölecekti” der.
Sorumluluğu yayma: “Toplum beni fakir bıraktı, bu benim hatam değil” diye düşünür.
Sonuçları küçültme: “Kimseye zarar vermedim, sadece bilgi istedim” der.
Nesneleştirme: Lizaveta eve giriş anahtarı olur. Kontes bilgi deposuna dönüşür. Empati geri çekilir.
Suç atma: “O korktu, ben bir şey yapmadım” der.
Bu mekanizmalar, yavaş yavaş işler. Her adım küçük görünür. Ama kümülatif etkiyle ahlak erir. Hermann, başlangıçta sadece dinler. Sonra yaklaşır, manipüle eder, tehdit eder. Bu erime, bireysel görünse da toplumsal bir boyutu da vardır. Toplumlarda, eşitsizlik politikaları bireyleri “her yol mubah” düşüncesine iter. Hızlı zenginleşme fantezisi, ahlaki sınırları bulanıklaştırır. Çünkü sistem, başarıyı her bedele değer kılar.
Bugün de benzer erimeleri görüyoruz. Bir adam, slot makinelerinde “sadece bir sefer” derken, eşini para veren objeye dönüştürür. Bir genç, kripto kaldıraçlarında oynarken “sistem haksız, ben hakkımı alıyorum” diyerek davranışını gerekçelendirir. Bu süreç, toplumsal bir salgındır. Eşitsizliğin politik olarak sürdürüldüğü yerlerde, bireyler vicdanlarını susturarak sisteme uyum sağlar. Ahlak, büyük ihlallerle değil, küçük cümlelerin sessiz mimarisiyle erir. Sosyal medya da bu erimeyi hızlandırıyor olabilir. Başarı hikâyeleri sürekli vitrindedir. Bu vitrin, kitlelerin ahlaki sınırlarını aşmasını teşvik eder. Çünkü “herkes yapıyor” algısı, bireysel suçluluğu azaltır.
Fantezi Gerçeği Yenince: Paranoya ve Toplumsal Yalıtım
Cenazede göz kırpan yüz, gece gelen hayalet, finalde maça kızının kontes siluetine dönüşmesi gibi unsurlar, Hermann’ın dünyasında sembol ile gerçek arasındaki çizgiyi eritir. Bu erozyon, bastırmanın başarısızlığıyla başlar. Bastırılan yok olmaz. Sızar. Rüyalarda, hayallerde, halüsinasyonlarda görünür. Gerçeklikten kopmanın ilk dinamiği budur.
İkinci dinamik, kontrol kaybının tolere edilememesiyle başlar. Hermann üçüncü kartta as der, maça kızı gelir. Ego, bu kaybı kabul edemez. Paranoid bir savunma kurar. “Biri bana kaybettirdi” diye düşünür. Kasıt, tesadüften daha iyi gelir zihne. Çünkü ego korunur. Maça kızı, burada sembolik bir zirve oluşturur. Kraliçe figürü, kadın imgesi olarak işlev görür. Psikolojide vicdanın, süperegonun yüzüdür. Hermann, zayıf gördüğü kadını hedef almıştı. Şimdi o, güçlü olarak döner ve Hermann’ı yener.
Bu paranoyanın toplumsal yansımalarını bugün de görüyoruz. “Borsa manipüle ediliyor” veya “kripto bana inat düşüyor” diyenler, aynı savunmayı kurar. Piyasa öngörülemezdir. Ama “biri suçlu” demek, egoyu kurtarır. Bu düşünce katman katman genişleyebilir. Eşitsizliği besleyen politikalar, bireyleri sisteme karşı paranoyaya iter. İnsanlar “elitler bizi eziyor” diye düşünürler.
Neden Böyle? Kolektif Fantezinin Politik ve Toplumsal Kökenleri
Hermann’ın hikâyesi bireysel gibi görünse de bugün binlerce benzeri var. Neden çoğalıyor? Çünkü hızlı zenginleşme fantezisi, politik bir ürün olarak işlev görür. Neoliberal sistemler, bireysel başarı mitini pompalayarak eşitsizliği gizler. Bu fantezi, üç dinamikle beslenir. Ve toplumsal psikolojiye kurulmuş bir tuzağa dönüşür.
İlk dinamik, hız ve anlık ödül ekonomisi olarak tanımlanabilir. Beyinde haz ile ilişkili bir madde olan dopamin, ödül beklentisinde salınır. Kumarın nörobiyolojik tuzağı, değişken oranlı pekiştirmedir. Ara sıra büyük kazanç, çoğunlukla küçük kayıplar gelir. Bu belirsizlik bağımlılık yaratır. On yıl sabırla para biriktirmek sıkıcıdır, ama ekranda yüzde 300 artış gösteren grafik heyecan vericidir. Politik olarak, bu dinamik finansal deregülasyonla beslenir. Kaldıraçlı yatırım teşvikleri, bireyleri riske iter.
İkinci dinamik vitrin etkisidir. Algoritmalar daima başarı seçkisini gösterir. Bu, seçim yanılgısı yaratır. Herkes kazanıyor sanırsın. Oysa her kazanana karşı yüzlerce kaybeden vardır. “Sen de yapabilirsin” mesajı her yerde dolaşır. Başarısızlıkta suç bireye yüklenir. “Yeterince stratejik değildim” diye düşünülür. Bu, utancı ve kontrol yanılsamasına tutunmayı artırır. Sosyal medya, burada suskunluk sarmalı yaratır. Kaybedenler konuşmaz. Kazananlar abartır. Bazen insanlar “yalnız ben kaybediyorum” sanır.
Üçüncü dinamik, boşluk ve aidiyet kaybı olarak tanımlanabilir. Günümüzde klasik bağlar zayıflamıştır. Aile, mahalle, cemaat gibi yapılar eskisi kadar güçlü değil. Yerine geçici topluluklar geldi. Coin grupları, bahis forumları gibi. Bunlar bir çeşit aidiyet hissettirirler, ama dayanışma üretmezler. Kazandığında alkış, kaybettiğinde sessizlik gelir. Yalnızlık, hepimiz zengin olacağız fantezisini yapıştırıcıya çevirir. İçsel boşluk, finansal heyecanla dolar. “Zengin olursam değerli olacağım” düşüncesi yerleşir. Politik olarak, bu boşluk, sosyal politikaların yetersizliğinden doğar. Eğitim ve sosyal güvenlik ağları zayıf olunca, bireyler hızlı çıkışlara sarılır.
Bu dinamikler, Hermann’da gördüğümüz çöküşü kolektif bir salgına dönüştürür. Politik sistemler, bu fantezileri teşvik ederek eşitsizliği sürdürür. Bireyler, sistemi yenme hayaliyle meşgulken, yapısal değişim talep etmez. Puşkin’in hikâyesi, bu tuzağın erken bir uyarısı olarak okunmalıdır.
Hermann’lar Çoğaldı: Günümüz Portreleri
Bugün, Hermann’lara her yerde rastlıyoruz. Bir genç, “sistemi çözdüm” diyerek maaşını tek bir kriptoya yatırır. Bir baba, slotlarda “sıradaki bende” der. Çevrimiçi kumar platformlarında, algoritmalar bağımlılığı besler. Bir öğrenci, okulu bırakıp “trader” olur. Sosyal medyada gördüğü başarı hikâyelerine kapılır. Hepsinde ortak motifler vardır. Rasyonel konuşurlar. “Kontrol bende” derler. “Bağımlı değilim, fırsat kolluyorum” veya “kumar değil, yatırım” derler. Ama hepsi Hermann’ın varyasyonu olarak karşımıza çıkar. Fanteziye kapılıp, gerçekliği kaybederler. Bu portreler, bireysel değil, politik bir krizin yansıması olarak okunmalıdır. Eşitsizliğin derinleştiği toplumlarda, hızlı zenginleşme hayali, kitleleri susturur. Değişim yerine, bireysel kurtuluş aranır.
Fanteziden Uyanış Mümkün mü?
Puşkin’in en derin dersi şudur. Gerçeklikten kaçamazsın. Fantezi ne kadar çekici olsa da gerçeklik eninde sonunda göz kırpar. Hermann, sıradanlığın acısından kaçmak için efsaneye sığındı. Gerçeklik maça kızı olarak döndü. Bugün milyonlarca Hermann aynı kaçış içinde, yeterli olmama, kontrol kaybı, belirsizlik korkusu gibi duygularla boğuşuyor. Ama bu korkular, politik bir sistemin ürünüdür. Eşitsizliği fanteziyle gizleyen bir düzendir bu.
Mesele şu. Gerçeklik geldiğinde onu görebilecek misin? Yoksa gözlerini kapatıp, “bir dahaki sefer” diye mi düşüneceksin? Puşkin, bize bu soruyu soruyor. Puşkin’in kalemi, hâlâ önemli şeyler fısıldıyor. Ama öncelikle dinleyenlerin fanteziden uyanması gerekiyor.






