Hiç uzatmadan kitabın ortasından söyleyelim. İsmet Özel’i büyük ve farklı yapan şey Türk tanımı değildir. Bizler zaten anadan doğma kafirle nizam-ı alem uğruna cihat eden Müslümanın Türk olduğunu insiyaki ve itiyadi olarak biliriz; hemen her kavruk Anadolu çocuğu da bunu bilir.
İsmet Özel’i büyük yapan şey, şiirlerindeki görkemli idealizmi ve alturist militarizmi dilimizin son haddine kadar çakmasıdır. Türkçenin sınırlarını zorlayarak, okuru benliği ve hayatı arasında gidip gelen gerilimden hareketle idealist ve militarize bir forma bürümesidir.
Özel’in etrafında dönen tartışmaların çoğu onun son dönem düşünce hayatındaki kimlik vurgusuna, “Türk = Müslüman” formülasyonuna yahut siyasal çıkışlarına odaklanmıştır. Oysa onu asıl “büyük” yapan, siyasî ya da ideolojik tanımlamalar değil, şiir dilinde kurduğu benzersiz dünya ve bu dilin idealiyle bütünleşmiş bir militanca lirizmdir.
Özel’in “Türk” tanımı, özellikle 1990’lardan sonra yoğun tartışmaların odağı oldu. “Türk, Müslüman demektir” çıkışı hem siyasal hem kültürel çevrelerde çokça tartışıldı. Anadolu’nun derinlerinde bu algı aslında zaten yüzlerce yıldır yaşıyor. Çocuğunu askere gönderirken dualar eden bir anne, köy meydanında bayrak töreninde duygulanan bir yaşlı amca, ya da hayatını namuslu bir işçilikle sürdüren genç bir işçi; hemen hepsi içten içe zaten o formülü bilir. Özel’in büyüklüğü, bu bilinen şeyi yüksek sesle tekrar etmekte değil, onu şiirin kudretiyle sahici bir çağrıya dönüştürmektedir.
O aslında fazlaca şair olduğu için fikri anlamda sivri ve keskindir. Şairliğinin büyüklüğü onda makuliyeti, uyum ve uzlaşıyı yok edecek bir bünyeye işaret eder ki tam da bu yüzden fikirleri radikalleşerek fanatik biçimde karşımıza gelir. O önce düşünmez tüm iyi şairler gibi önce hisseder. Hisle fikir inşa etmekse insanı duygusal bir idealizasyona sürükler. Türklük meselesi onda bu hisse yaslanmış tutkunun doruğudur.
Onu okuyan herhangi bir genç ister sağdan ister soldan gelsin, kelimelerin içindeki o tutkulu ve yakıcı tavrı hisseder. İşte Özel’i farklılaştıran şey, şiirinin yalnızca bireysel duyguların değil, kolektif bir ülkünün de estetik taşıyıcısı olmasıdır. Sıradan bir insan bir elma tattığında “ekşi” derse; şair bu ekşimsiliği “barikata takılmış eylemci burukluğu” diye tarif eder.
İsmet Özel’in şiiri, başından itibaren bir “militanlık” potansiyeli taşır. Bu militanlık, kaba bir slogan ya da propaganda değildir; tersine, şiir dilini en yoğun, en gürültüsüz ama en keskin biçimde kurma çabasıdır.
Onun “alturist militarizm” diye adlandırılabilecek tavrı, bireyin kendi çıkarından feragat ederek bir bütün uğruna savaşma iradesiyle ilgilidir. Bu tavır, bir yandan sosyalist yılların ideallerinden, öte yandan Müslüman kimlik vurgusuyla bütünleştiği dönemlerden hatta Türklük mayasından beslenir. Ama asıl önemlisi, şiirdeki ifade kudretidir: Türkçe’nin damarlarına işlemiş, sesi bir tür “savaş borusu”na dönüştürmüştür.
İsmet Özel şiirdeki klasik lirizmi alıp “idealist” ve “militarize” bir forma bürümüştür. Karacaoğlan’ın dağlara, güzellere söylediği türküler, Özel’in kaleminde insanlığın yazgısına, kişinin varoluşuna, kavruk çocukların kaderine yönelmiştir. Karacaoğlan özü onda Köroğlu gibi Dadaloğlu gibi asi bir eşkıyaya dönüşür. Bu yüzden onun şiiri hem aşina bir tınıya sahiptir hem de radikal biçimde yeni ve sarsıcıdır.
Onun büyüklüğü, kimlik tanımlarının ötesinde, “şiirin poetikası”nı inşa edebilmesindedir. Burada poetika kelimesi, varoluşun anlamına dair bir yönlendirmeyi anlatır. Özel’in şiiri, okuru pasif bir seyirci olmaktan çıkarır, onu taraf olmaya zorlar. Bu yüzden onun dizelerini okuyan insan, bir yandan edebiyatın en rafine lezzetlerini tadar, öte yandan kendini bir savaşın ortasında bulur.
Özel’in üslubu, Türkçe’nin imkânlarını sonuna kadar zorlayan bir kudrete sahiptir. Kelimeleri yalnızca anlam taşıyıcısı değil, birer mermi, birer kılıç darbesi gibi kullanır. Bu nedenle onun şiirini okumak, yalnızca estetik bir haz değil, aynı zamanda bir darbeye maruz kalmak gibidir. Türkçe’nin içine sinmiş halk deyişlerini, modern duyarlılıklarla örer; Batı’dan aldığı referansları, Anadolu toprağının sesine tercüme eder.
Bu dilsel kudret, onun şiirini ideolojik tartışmaların ötesine taşır. İster sosyalist, ister islâmcı, ister ülkücü ister apolitik bir genç olsun, Özel’in dizelerindeki bu yoğunluk herkes için sarsıcıdır. Onu okuyan insan, kelimelerin arkasında bir hayat çağrısı, bir kavga daveti işitir. İşte bu yüzden, onun büyüklüğü yalnızca “ne dediğinde” değil, “nasıl dediğinde” yatar.
Özel’in şiiri, okura daima bir bedel hatırlatır. O, hayatı bir “idealist” tavırla kavramış, bireysel huzuru ve çıkarı tiksinti verici görmüştür. Onun şiirinde “yaşamak” bir tür seferberliktir; bireyin kendisini aşması, daha büyük bir dava uğruna varlığını feda etmesi gerekir. Bu noktada “alturist militarizm” tam yerini bulur: Ben değil biz; keyif değil mücadele, konfor değil bedel.
Bu idealist tavır, yalnızca politik bir seçimi değil, varoluşsal bir yönelişi ifade eder. Bu yüzden Özel’in şiiriyle yüzleşen okur, kendi konforunu sorgular, kendi bedelini düşünür. O şiir, insanı huzurlu kılmaz; tersine, onu rahatsız eder, uyandırır.
Özel şiirinin merkezinde kavruk çocukları işaret eder. O, hiçbir zaman seçkin bir zümrenin şairi olmamıştır. Diline, tavrına, imgesine baktığımızda, onun şiirinde taşranın, köyün, memleketin derin sesi yankılanır. Ama bu ses, folklorik bir süsleme değil, idealist bir çağrıdır. Anadolu çocuğu, onun dizelerinde yalnızca mazlum değil, aynı zamanda savaşçı bir özneye dönüşür. Bu da onun şiirini hem halkın içinden hem de halkı aşan bir kudretle donatır.
İsmet Özel’i büyük yapan şey, sadece bir kimlik tanımına indirgenemez. Onun büyüklüğü, şiir dilinde yarattığı benzersiz kudret, idealist ve militan bir lirizmi Türkçe’nin damarlarına çakabilmesidir. O, Karacaoğlan’dan devraldığı lirizmi modern çağa taşıyarak, Köroğlu ve Dadaloğlu gibi onu bir mücadele çağrısına dönüştürmüştür. Onun şiiri, okuyucusuna huzur değil, bedel hatırlatır. Onun dili, insanı seyirci değil, taraf olmaya zorlar.
İsmet Özel’i 81 yaşına bastığı şu günlerde anlamak yalnızca “Türk kimdir?” tartışmasına sıkışmak değildir. Onu anlamak, şiirindeki görkemli idealizmi, alturist militarizmi ve dilin son haddine kadar çakılan kudretini kavramaktır. Onu anlamak, Karacaoğlan’ın lirizmiyle Köroğlu militarizmine doğru bir çağrının birleştiği yerde Türkçe’nin yeniden doğuşunu fark etmektir.