Giriş
Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasındaki ilişkiler, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte stratejik ortaklık, rekabet ve işbirliği arasında gidip gelen karmaşık bir zeminde şekillenmiştir. 2000’li yılların başından itibaren enerji politikaları, bu ilişkinin en kritik boyutlarından biri haline gelmiştir. Enerji, yalnızca ekonomik büyümenin temel girdisi değil, aynı zamanda jeopolitik güç dengelerinin de belirleyici unsurudur. Türkiye’nin Avrupa ile Asya arasındaki transit konumu, onu doğal bir enerji köprüsü yaparken; ABD’nin küresel enerji hakimiyetini koruma hedefi, iki ülke arasında hem fırsatlar hem de çatışmalar doğurmuştur. Bu makale, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler teorileri ışığında 2000 sonrası Türkiye-ABD enerji ilişkilerini incelemekte, realist kuramın öne çıkardığı ulusal çıkarlar kadar liberal kuramın vurguladığı karşılıklı bağımlılık boyutlarını da değerlendirmektedir. Boru hatları, yaptırımlar, Doğu Akdeniz enerji rekabeti, LNG anlaşmaları ve nükleer işbirliği gibi konular, ilişkilerin dalgalı seyrini anlamak için ele alınacaktır.
2000’lerin başında Türkiye’nin enerji talebi yıllık %4–5 oranında artış gösteriyor, ithalat bağımlılığı ise %70’in üzerine çıkıyordu. Bu dönemde ABD, Orta Doğu ve Hazar enerji kaynaklarını denetim altına almak amacıyla “enerji diplomasisi” stratejisini yürütüyordu. Ancak Türkiye’nin İran ve Rusya ile geliştirdiği enerji anlaşmaları, ABD’nin enerji çeşitlendirme politikasıyla çelişmekteydi. 1996’da imzalanan İran gazı anlaşması 2000’lerde devreye girince ABD yaptırımları tetiklendi. 11 Eylül 2001 sonrası ABD’nin Irak işgali Türkiye’yi stratejik müttefik konumuna taşısa da, Ankara’nın enerji vizyonu Washington’un beklentileriyle her zaman örtüşmedi. Türkiye, Irak petrollerine mesafeli dururken “enerji hub’ı” olma vizyonunu ön plana çıkardı.
2000–2010 Dönemi: Boru Hatları ve Rekabetin Derinleşmesi
2000’lerin ilk on yılı, boru hatları üzerinden yürüyen bir jeopolitik rekabet sahnesiydi. Realist bir perspektiften bakıldığında, ABD Rusya’nın enerji tekelini kırmak için Hazar ve Orta Asya kaynaklarını Batı’ya taşıyacak rotalar arayışındaydı. Bu stratejinin somut ürünü, 2005’te tamamlanan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol boru hattı oldu. Türkiye, ABD’nin güçlü desteğiyle bu projede kilit bir aktör haline geldi. Hattın %6’sı Türk topraklarından geçti ve Ceyhan, Akdeniz’de önemli bir terminale dönüştü. Bu işbirliği, her iki ülkenin ortak çıkarlarını yansıtıyordu: ABD Rusya ve İran’ı baypas ederken, Türkiye transit gelirleri ve enerji merkezi olma imajı kazandı.
Ancak aynı dönemde çıkar çatışmaları da görünür hale geldi. 2003 Irak işgali Türkiye’nin enerji hesaplarını zorlaştırdı. Irak petrollerinin Kürt Bölgesel Yönetimi üzerinden Türkiye’ye aktarılması, Ankara ile Bağdat arasındaki ilişkileri gererken; ABD’nin KBY’ye verdiği destek Türkiye’de güven bunalımını derinleştirdi. Enerji bağlamında en dikkat çekici girişimlerden biri, 2002’de önerilen Nabucco gaz boru hattıydı. ABD bu projeyi Rusya’ya bağımlılığı azaltacak bir seçenek olarak destekledi; Türkiye de bunu hub stratejisinin parçası olarak benimsedi. Ancak Rusya’nın karşı hamleleri ve İran’a yönelik yaptırımlar nedeniyle proje 2013’te iptal edildi.
Uluslararası ilişkiler teorileri açısından bakıldığında bu dönem, liberal yaklaşımların öne sürdüğü karşılıklı bağımlılığın çatışmayı azaltacağı tezi ile realistlerin güç politikası argümanlarının çeliştiğini göstermektedir. ABD Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmak için enerjiyi araçsallaştırsa da, Ankara’nın İran’la 23 milyar dolarlık uzun vadeli gaz anlaşmasını sürdürmesi Washington’da tepkiyle karşılandı. Öte yandan 2008’de imzalanan Türkiye-ABD nükleer işbirliği anlaşması çeşitliliği artırma niyeti taşısa da yaptırımlar ve siyasi çekinceler nedeniyle sınırlı sonuç verdi.
2010–2020 Dönemi: Yaptırımlar, Suriye ve Doğu Akdeniz Rekabeti
2010’lu yıllar, Arap Baharı ve Suriye iç savaşıyla şekillendi. ABD’nin Suriye’de YPG/PKK bağlantılı yapıları desteklemesi, Türkiye-ABD ilişkilerinde güven krizini derinleştirdi. Bu durum enerji politikalarına da yansıdı. 2020’de ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri ile yaptığı petrol anlaşması, Ankara tarafından Suriye’nin toprak bütünlüğüne aykırı ve Türkiye’nin güvenliğine tehdit olarak görüldü.
İran’a yönelik yaptırımlar bu dönemin kritik dönüm noktalarından biri oldu. Obama döneminde Türkiye’nin İran’dan gaz ithalatı sınırlandırılmak istenmiş, Ankara enerji güvenliği gerekçesiyle muafiyet talep etmiştir. Ancak Trump yönetimi 2018’de yaptırımları sertleştirerek Halkbank davası gibi finansal krizlere yol açtı. Bu ortamda Türkiye, Rusya’yla yakınlaşarak 2018’de TürkAkım boru hattını devreye aldı. Bu adım, ABD’nin CAATSA yaptırımlarını gündeme getirmesine ve S-400 savunma sistemi kriziyle birleşerek ilişkileri gerilimli hale getirdi.
Doğu Akdeniz’deki doğalgaz keşifleri, Türkiye-ABD rekabetine yeni bir boyut kattı. İsrail, Mısır ve Kıbrıs açıklarında keşfedilen rezervler ABD şirketleri tarafından desteklenirken, Türkiye’nin sondaj faaliyetleri Washington tarafından “provokasyon” olarak nitelendirildi. ABD, İsrail-Yunanistan-Kıbrıs ittifakına siyasi destek vererek Türkiye’yi enerji paylaşım süreçlerinden dışladı. Buna karşılık Ankara, 2019’da Libya ile imzaladığı deniz yetki alanları anlaşmasıyla Doğu Akdeniz’deki hak iddiasını güçlendirmeye çalıştı. Bu durum, realist kuramın öngördüğü güç dengesi mücadelesinin tipik bir yansımasıdır.
Yaptırımlar, baskılar ve enerji rekabetine rağmen taraflar sınırlı işbirliklerini de sürdürdü. Türkiye’nin yenilenebilir enerji hedeflerinde ABD teknolojisinden yararlanması, liberallerin öngördüğü karşılıklı bağımlılığın tamamen kopmadığını göstermektedir.
2020 Sonrası: Ukrayna Savaşı, Çeşitlendirme ve 2025 Görüşmesi
2020’ler, COVID-19’un ekonomik etkileri ve Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya saldırısıyla birlikte enerji politikalarında yeni kırılmalar getirdi. Avrupa, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak için yeni tedarikçiler ararken Türkiye transit rolünü güçlendirdi. Ancak Türkiye’nin hâlâ %40 düzeyinde Rus gazına bağımlı olması riskli görülmekteydi. Bu noktada ABD’nin LNG ihracatındaki artışı Türkiye için alternatif oluşturdu. 2024’te imzalanan ExxonMobil LNG anlaşması, enerji çeşitlendirmesi bakımından kritik bir adım oldu.
25 Eylül 2025’te Beyaz Saray’da gerçekleşen Erdoğan-Trump görüşmesi, enerji ilişkilerinde dönüm noktası niteliği taşıdı. Görüşmede Trump, Türkiye’yi Rus enerji ithalatını azaltmaya teşvik ederken, yaptırımların hafifletilmesi ve F-35 programına geri dönüş gibi stratejik teşvikler sundu. Ayrıca Katar fonlarıyla ABD LNG’si alımı tartışıldı ve BOTAŞ’ın 20 yıllık 70 milyar metreküplük LNG anlaşması ($43 milyar) bu sürecin somut çıktılarından biri oldu. Bu anlaşma, Türkiye’nin Rusya’ya enerji bağımlılığını tarihsel olarak en düşük seviyeye çekti. Kremlin bu adımı Türkiye’nin “özgür iradesi” olarak değerlendirse de, birçok analist bunu ABD baskısının sonucu olarak yorumladı.
Enerji gündeminde öne çıkan bir diğer konu nükleer işbirliği oldu. Türkiye, ABD ile küçük modüler reaktörler için mutabakat imzalayarak Rusya’nın Akkuyu projesine alternatif yaratma yoluna gitti. Bu, Türkiye’nin enerji güvenliğini çeşitlendirme ve 2053 net sıfır hedeflerine yaklaşma stratejisiyle uyumlu görüldü. Görüşmede savunma sanayii anlaşmalarıyla entegre edilen enerji paktı, ekonomik ilişkileri de genişletti.
Uluslararası ilişkiler teorisi açısından bakıldığında liberaller bu dönemi karşılıklı bağımlılığın artışıyla kazan-kazan olarak yorumlarken, realistler ABD’nin Türkiye üzerinden Rusya’yı zayıflatma stratejisini öne çıkarmaktadır. Yeşil enerji, enerji geçişi ve iklim politikaları bağlamında da ABD-Türkiye işbirliği potansiyeli gündeme gelse de, Suriye ve İran dosyaları çözülmeden ittifakın kalıcı olarak güçlenmesi zor görünmektedir.
Sonuç
2000 sonrası Türkiye-ABD enerji ilişkileri, stratejik işbirliği ile rekabet arasındaki dalgalı seyriyle dikkat çekmektedir. Boru hatlarından yaptırımlara, Doğu Akdeniz’den LNG ticaretine uzanan süreçte enerji, iki ülke arasındaki çıkar çatışmalarını somutlaştıran bir araç olmuştur. 2025 Erdoğan-Trump görüşmesi, Rusya bağımlılığını azaltma ve nükleer işbirliğiyle yeni bir sayfa açmış görünse de, Suriye ve İran gibi düğümlerin çözülmediği bir ortamda ilişkilerin tam anlamıyla normalleşmesi güçtür. Realist yaklaşım ulusal çıkar çatışmalarını ön plana çıkarırken, liberal kuramın işaret ettiği karşılıklı bağımlılık unsurları da ilişkilerin kopmasını engelleyen bir yapışkan işlevi görmektedir. Türkiye’nin enerji hub vizyonu ve ABD’nin küresel hakimiyet stratejisi, gelecekte de ilişkilerin seyrini belirleyecektir. Enerjinin bir çatışma değil, işbirliği aracı olarak kullanılması halinde iki ülke arasında daha istikrarlı bir ilişki mümkündür.