Dış Politika

21. Yüzyılda Filistin Devleti’nin Uluslararası Tanınması: Avrupa Odaklı Bir İnceleme ve Küresel Perspektifler

Filistin Devleti’nin uluslararası tanınması, 21. yüzyılın başından itibaren İsrail-Filistin çatışmasının çözümüne yönelik diplomatik çabaların önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu süreç, özellikle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin’in gözlemci devlet statüsü kazanmasıyla ivme kazanmış olup, 2012’de BM Genel Kurulu’nun 67/19 sayılı kararıyla Filistin, üye olmayan gözlemci devlet olarak kabul edilmiştir. Bu karar, 138 lehte oy ile geçerken, tanınmanın sembolik önemi, iki devletli çözüm vizyonunu güçlendirmiştir. 21. yüzyıl boyunca, tanınmalar genellikle Filistin’in bağımsızlık ilan ettiği 1988 yılından kalan tarihi bağlam üzerine inşa edilmiş, ancak yeni yüzyılda Avrupa ve Batı ülkelerindeki değişimler dikkat çekici olmuştur. Toplamda, Eylül 2025 itibarıyla 193 BM üyesi devletten 157’si Filistin’i egemen devlet olarak tanımakta olup, bu oran yaklaşık %81’e tekabül etmektedir. Bu tanınmalar, Filistin’in BM’ye tam üyelik çabalarını destekler nitelikte olup, 2024 Nisan’ında BM Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin vetosuyla engellenen üyelik başvurusu gibi olaylarla bağlantılıdır. Avrupa kıtası, bu süreçte tanınmaların en yoğun yaşandığı bölgelerden biri olarak öne çıkmış, kıtadaki ülkelerin tutumları Filistin sorununun küresel siyasetteki yansımalarını yansıtmaktadır.

Avrupa’da Filistin’in tanınması, 21. yüzyılın ilk yıllarında sınırlı kalmış olsa da, 2010’lar ve 2020’lerde hız kazanmıştır. Örneğin, İsveç 2014’te Filistin’i tanıyan ilk Batı Avrupa ülkesi olmuş, bu adım sembolik dönüm noktası olarak değerlendirilmiştir. Bu tanınma, Filistin’in UNESCO üyeliği gibi uluslararası kurumlara katılımını teşvik etmiş ve iki devletli çözüme yönelik Avrupa Birliği içindeki tartışmaları alevlendirmiştir. 2024 yılı, Avrupa’daki tanınmalar için kritik eşik olmuş; İrlanda, Norveç ve İspanya Mayıs 2024’te Filistin’i resmen tanımış, bu kararlarını Gazze’deki insani krizle gerekçelendirmişlerdir. Slovenya ise Haziran 2024’te bu gruba katılmış, tanınmayı 1967 öncesi sınırlar temelinde ilan etmiştir. Bu ülkeler, tanınmalarını diplomatik ilişkilerin kurulmasıyla pekiştirmiş; örneğin İspanya, Filistin’e ilk büyükelçisini Eylül 2024’te atamıştır. Benzer şekilde, Norveç Nisan 2025’te diplomatik bağlarını güçlendirmiş, bu adımlar Filistin’in uluslararası meşruiyetini artırmıştır. Avrupa’daki bu dalga, kıtadaki bölünmüşlüğü de ortaya koymakta; örneğin Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi ülkeler, 1988’deki tarihi tanınmalarına rağmen, 21. yüzyılda İsrail’le yakın ilişkiler nedeniyle tutumlarını gözden geçirmişlerdir. Ancak genel eğilim, tanınmaların artması yönünde olup, 2025’te Fransa’nın Eylül ayında tanımasıyla AB üyesi ülkeler arasındaki tanıyan sayısı 12’ye yükselmiştir. Bu tanınmalar, Filistin’in sınırlarını 1967 öncesi hatlar olarak kabul eden çerçeve sunmakta, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ni kapsayan bu sınırlar, İsrail’in işgali altında kalan toprakları vurgulamaktadır.

Filistin’in Avrupa dışındaki tanınmaları da 21. yüzyılda çeşitlenmiştir. Latin Amerika’da, Kolombiya 2018’de Filistin’i tanıyan son ülkelerden olmuş, bu adımını 2024’te Ramallah’ta büyükelçilik açarak somutlaştırmıştır. Karayipler’de, Barbados, Jamaika ve Trinidad ve Tobago gibi ülkeler 2024’te tanıyarak, Filistin’in küresel destek ağını genişletmiştir. Afrika kıtasında, tanınmalar genellikle 1988’den kalma olsa da, 21. yüzyılda Güney Afrika gibi ülkeler Filistin’i apartheid karşıtı mücadele bağlamında güçlü şekilde desteklemiştir. Asya’da Çin ve Hindistan gibi büyük güçler Filistin’i tanımakta olup, Rusya 2011’de tanınmasını teyit etmiştir. Bu geniş coğrafi dağılım, Filistin’in tanınmasının sadece Orta Doğu’yla sınırlı kalmadığını göstermekte; örneğin Okyanusya’da bile bazı ülkeler destek vermektedir. Ancak, tanınmayan ülkeler arasında ABD, Almanya ve Japonya gibi İsrail’in yakın müttefikleri öne çıkmakta, bu durum iki devletli çözümün önündeki engelleri vurgulamaktadır. 2024 ve 2025 yıllarında, tanınmaların artmasıyla Filistin’in BM’deki konumu güçlenmiş, Mayıs 2024’te BM Genel Kurulu’nun Filistin’e ek haklar tanıyan kararı bu ivmeyi yansıtmaktadır. Bu gelişmeler, Filistin rejiminin karmaşık yapısını da etkilemekte; Filistin Yönetimi (PA), Oslo Anlaşmalarıyla 1994’te kurulan bir ara yönetim olup, Batı Şeria’da kısmi sivil kontrolü elinde tutarken, Gazze’de 2007’den beri Hamas’ın hakimiyeti nedeniyle bölünmüş yapı sergilemektedir.

Filistin’in rejimi, 21. yüzyılda iç bölünmelerle karakterize olmuş, PA’nın Fetih liderliğindeki otoriter yapısı, 2006 seçimlerinden beri seçimlerin yapılmaması nedeniyle meşruiyet krizine girmiştir. PA Başkanı Mahmud Abbas, 2005’te seçilmiş olup, 4 yıllık görev süresi 2009’da dolmasına rağmen görevine devam etmekte, bu durum 2025’te onay oranını %19’a düşürmüştür. PA, Batı Şeria’da A ve B bölgelerinde (toplamın %38’i) sivil ve güvenlik kontrolü sağlarken, C bölgesinde (%62) İsrail tam egemenlikte olup, yerleşimler ve askeri üsler bu alanı domine etmektedir. Gazze’de ise Hamas, 2007 darbesiyle kontrolü ele almış, bu bölünme Filistin ulusal birliğini engellemekte ve ekonomik kalkınmayı baltalamaktadır. 2025’te PA, Gazze’nin yeniden inşasında rol oynamak için reformlar vaat etmiş, ancak Netanyahu’nun PA’nın Gazze’de rol almayacağı açıklaması bu çabaları zorlaştırmıştır. PA’nın otoriter rejimi, insan hakları ihlalleriyle eleştirilmekte; örneğin 2024-2025 Jenin Operasyonu’nda militanlara karşı baskınlar, Al Jazeera gibi medya organlarının kapatılmasıyla sonuçlanmış, bu da iç muhalefeti artırmıştır. Rejim, uluslararası yardımlara bağımlı olup, 2025’te AB ve ABD’den reform talepleriyle karşı karşıyadır.

İngiltere’nin Filistin’i tanıması, 21. yüzyılın son dönemlerinde dikkat çeken gelişme olmuştur. Tarihsel olarak Balfour Deklarasyonu’nu veren İngiltere, uzun süre tanınmayı ertelemiş olsa da, Eylül 2025’te resmen tanıdığını ilan etmiş, bu kararı Gazze savaşının yarattığı baskıyla gerekçelendirmiştir. Bu adım, İngiltere’nin iki devletli çözüme yönelik taahhüdünü vurgulamış olup, Dışişleri Bakanı’nın açıklamasında Filistin’in egemenliğinin korunması vurgulanmıştır. Benzer şekilde, Kanada Eylül 2025’te tanıma kararı almış, ancak tam diplomatik ilişkileri Filistin yönetiminin rehineleri serbest bırakma gibi taahhütlerine bağlamıştır. Kanada’nın bu tutumu, 2012’de BM’deki gözlemci devlet statüsüne karşı oy kullanmasının ardından değişimi işaret etmekte, 21. yüzyıldaki politik evrimi yansıtmaktadır. Avustralya ise aynı tarihte tanıdığını duyurmuş, bu kararını barış sürecine katkı olarak sunmuştur. Avustralya’nın tanınması, Okyanusya kıtasındaki sınırlı desteği artırmış olup, Filistin’in küresel meşruiyetini pekiştirmiştir. Bu üç ülkenin 2025’teki adımları, Batı dünyasındaki paradigm shift’ini simgelemekte, ABD’nin vetosuna rağmen uluslararası baskıyı artırmaktadır. Bu tanınmalar, Filistin’in ekonomik ilişkilerini etkilemekte; örneğin İngiltere ve Kanada, PA’ya mali yardım sözü vererek, 2025’te 500 milyon doları aşan transferler gerçekleştirmiştir.

Türkiye’nin Filistin’i tanıması, 21. yüzyılda Orta Doğu politikalarının önemli unsuru olarak devam etmiştir. Türkiye, Filistin Kurtuluş Örgütü ile resmi ilişkilerini 1975’te başlatmış ve 1988’de Filistin Devleti’nin ilanını tanıyan ilk ülkelerden olmuştur. Bu tanınma, Türkiye’nin FKÖ’yü Filistin halkının meşru temsilcisi olarak görmesi üzerine kurulmuş olup, 21. yüzyılda diplomatik ilişkilerle güçlendirilmiştir. Örneğin, Türkiye Filistin’e konsolosluk düzeyinde temsilcilik açmış, 2000’lerde ekonomik ve insani yardımları artırmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2025’te BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Filistin’in tanınmasını teşvik etmesi, Türkiye’nin tutumunu teyit etmekte olup, bu yaklaşım adalet ve iki devletli çözüm vurgusuyla şekillenmiştir. Türkiye, Filistin’in BM üyeliğini destekleyen ülkeler arasında yer almakta, Gazze’deki krizlerde aktif rol oynamaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin tanınması sembolik olmanın ötesinde, pratik diplomatik ilişkilerle desteklenmekte, Filistin’in uluslararası arenadaki konumunu güçlendirmektedir. Ekonomik olarak, Türkiye 2025’te Filistin’e 100 milyon dolarlık yardım paketi göndermiş, ticaret hacmini 1 milyar dolara çıkarmayı hedeflemiştir.

21. yüzyılda Filistin’in tanınması, küresel güç dengelerindeki değişimleri yansıtmaktadır. Örneğin, Fransa’nın 2025’te tanıması, BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkenin bu adımı atması açısından önemlidir; bu karar, iki devletli çözümü teşvik eden konferansla eş zamanlı gerçekleşmiştir. Benzer şekilde, Portekiz, Belçika, Lüksemburg, Malta ve Monako gibi ülkeler 2025’te tanıdıklarını ilan etmiş, bu adımlar Avrupa’daki domino etkisini göstermektedir. Afrika’da Kamerun gibi bazı ülkeler tanıma konusunda çekimser kalırken, Latin Amerika’da Meksika 2024’te katılarak kıtadaki yüksek tanıma oranını pekiştirmiştir. Asya’da, Ermenistan 2024’te tanıyan yeni ülkelerden biri olmuş, bu adım bölgesel dinamikleri etkilemiştir. Genel olarak, tanınmaların artması Filistin’in uluslararası hukuk statüsünü güçlendirmekte, ancak pratik etkileri sınırlı kalmaktadır; zira tam egemenlik, İsrail işgali ve ABD vetosu gibi engellerle karşı karşıyadır. Bu süreç, Filistin sorununun çözümünde diplomatik baskının rolünü vurgulamakta, gelecekteki müzakereleri şekillendirebilecek potansiyele sahiptir. Filistin’in sınırları, 1967 öncesi hatlara dayalı olarak tanımlanmakta olup, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs’ü içermektedir; bu sınırlar, Oslo Anlaşmaları’yla belirlenen A, B ve C bölgeleriyle karmaşıklaşmıştır.

Filistin’in ekonomik ilişkileri, 21. yüzyılda İsrail’in Paris Protokolü (1994) aracılığıyla hakimiyeti altında şekillenmiş, bu protokol Filistin’in bağımsız gümrük politikası izlemesini engellemekte ve İsrail şekelini zorunlu para birimi yapmaktadır. 2025 Eylül itibarıyla, Filistin ekonomisi Gazze savaşının etkileriyle %35 küçülmüş, GSYİH’da %86’lık bir daralma yaşanmıştır; işsizlik oranı %50’yi aşmış, yoksulluk Gazze’de %64’e ulaşmıştır. Uluslararası ilişkilerde, AB ile 1997 Geçici Ortaklık Anlaşması ticaret hacmini 2 milyar avroya çıkarmış, ancak yerleşim ürünlerinin boykotu talepleri artmaktadır. Çin ve Rusya gibi ülkeler altyapı yatırımlarıyla (örneğin Çin’in 2025’te 300 milyon dolarlık liman projesi) destek verirken, Türkiye ve Katar insani yardımlarla öne çıkmaktadır. 2025’te BM konferansında, Fransa ve Suudi Arabistan öncülüğünde Filistin’e 1 milyar dolarlık yeniden yapılandırma fonu taahhüt edilmiştir. Bu ilişkiler, Filistin rejiminin mali sürdürülebilirliğini artırmakta, ancak İsrail’in vergi gelirlerini dondurması (2025’te 3 milyar NIS) PA’yı iflasın eşiğine getirmiştir.

İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalciliği, 1967 Altı Gün Savaşı’ndan beri devam etmekte olup, BM ve Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) göre yasadışıdır; UAD’nin Temmuz 2024 danışma görüşü, işgalin apartheid ve ırk ayrımcılığı içerdiğini, yerleşimlerin savaş suçu olduğunu belirtmiştir. 2025’te, Batı Şeria’da 700 bin yerleşimci, 540 yeni birim onayıyla toprakları parçalamakta, 2.208 yerleşimci saldırısı Filistinlilere kayıplar verdirmiştir. Gazze’de 2005 çekilmesine rağmen, İsrail’in hava, deniz ve sınır kontrolü işgali sürdürmekte; 2025 Mart’ında yenilenen saldırılarda 48 bin Filistinli öldürülmüş, altyapının %70’i yok edilmiştir. Bu işgal, Filistin’in ekonomik izolasyonuna yol açmakta, hareket kısıtlamaları tarım ve ticareti baltalamakta; örneğin zeytin hasadı yasakları yıllık 100 milyon dolar kayıp yaratmaktadır. Uluslararası toplum, 2025’te İngiltere, Kanada ve Avustralya’nın tanınmalarıyla baskıyı artırmış, ancak ABD vetosu devam etmektedir.

Filistin’in tanınması sürecinin akademik analizi, bu gelişmelerin iki devletli çözüm üzerindeki etkilerini incelemektedir. Tanınmalar, Filistin’in devlet niteliğini pekiştirirken, uluslararası toplumun İsrail’e baskısını artırmakta; örneğin 2025 BM Zirvesi’nde birden fazla ülkenin tanıması, bu baskının somut örneğidir. Ancak, tanınmayan ülkelerin (örneğin ABD, Almanya) tutumları, sürecin sınırlılıklarını göstermekte olup, tam üyelik için Güvenlik Konseyi onayı gerekmektedir. Bu bağlamda, 21. yüzyıl tanınmaları, sembolik olmanın ötesinde, Filistin’in ekonomik ve siyasi bağımsızlığını destekleyen bir çerçeve sunmakta, gelecekteki barış çabalarına zemin hazırlamaktadır. Sınırlar, rejim ve ekonomik ilişkilerdeki engeller, İsrail’in işgalciliğinin kalıcı etkilerini yansıtmaktadır; örneğin C bölgesindeki hakimiyet, Filistin’in su ve arazi kaynaklarını kısıtlamakta, rejimin reform ihtiyacını artırmaktadır. Toplamda, bu dinamikler Filistin’in egemenliğini geciktirirken, uluslararası tanınmalar umut vaat etmektedir.

Visited 57 times, 1 visit(s) today

Close