4:58 pm Siyaset

Politik Dramanın Ayartıcılığı: Altılı Masa’nın Mirası – IV

dört bölümlük dizinin son yazısı

Altılı Masa, 2023’ün ilk toplantısını 5 Ocak’ta Gelecek Partisi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirdi. Toplantı sonrasında kamuoyuyla paylaşılan ortak açıklama, Altılı Masa’nın ülkenin siyasal psikolojisinde bir dönüşüm yarattığı iddiasındaydı.

Açıklama, iktidarı kutuplaşma ile bir tutarken Altılı Masa’yı “farklı düşünceleri ve yaklaşımları bir masa etrafında bir araya getirerek yeni bir siyasi iklim” imkanı olarak tanımlıyordu.

Bunun yanında metin, “Saraçhane’de sergilediği dayanışmayı” siyasi iklimi dönüştürme gücü olarak sunuyordu. Oysa bu ifade, geçtiğimiz bölümde değindiğimiz gibi İYİ Parti lideri Akşener’in Saraçhane’nin öznesi olarak tanımladığı İmamoğlu’na sahip çıkılamadığı açıklamasıyla düşünüldüğünde Altılı Masa’nın dramatik niteliğini ortaya koymaktan fazlasını yapmıyordu.

Açıklama bu dramatik ifadenin yanında cumhurbaşkanlığı adaylığı hakkında şu çarpıcı ifadeyi içeriyordu:

Cumhurbaşkanı adayı ve milletvekili seçimleri konusunda tam bir uzlaşı kültürüyle hareket edecek ve seçimlerden sonra hem yürütmede hem yasamada yeni bir dönemi başlatacağız.

Aynı açıklamanın neredeyse bire bir aynısına İYİ Parti’nin ev sahipliği yaptığı ve Altılı Masa’nın “Millet İttifakı” adını aldığı on birinci toplantının sonuç açıklamasında da tanık oluyoruz:

Cumhurbaşkanı adayını belirleme konusunda altı siyasi partinin istişare, uzlaşı ve halkın tercihlerini yansıtacak şekilde çalıştığını buradan duyurmak isteriz.

“Halkın tercihlerini yansıtma” ifadesi, ilk açıklamadaki “uzlaşı kültürüyle hareket etme” vaadine eklenmişti. Fakat bu eklemeyi toplantının hemen öncesinde İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Cihat Paçacı’nın “Kemal Bey adaylıkta diretirse İYİ Parti kendi adayını çıkartabilir” şeklindeki itirazıyla birlikte okumamız gerekiyor.

Her ne kadar Paçacı bu itirazı sonrasında “Altılı Masa’yı oluşturan  genel  başkanların iradelerini koruyup kollamak amacıyla” partideki kurumsal ilişkiler başkanlığı görevinden istifa etse de bu süreçte İYİ Parti’nin siyasal bir özne olma iddiasının öne çıktığını görüyoruz.

Bu bağlamda “halkın tercihlerini yansıtma” ifadesinin varlığını ve Paçacı’nın açıklamasını, özellikle Saraçhane fiyaskosu sonrasında İYİ Parti’nin Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yönelik diplomatik itirazları, bir ön alma çabası olarak okuyabiliriz.

İYİ Parti, Altılı Masa’nın önemli bir bileşeni olarak kendi önüne çıkarılacak bir emrivakiyi kabul etmek istemediğini aslında Ocak ayı sonu itibarıyla gözler önüne sermişti. Fakat ortak açıklamalarda altı çizilen istişare, uzlaşı kültürü ve halkın tercihlerini göz önünde bulundurma gibi kavramların göz ardı edilmesi, pratikte bu iddiaların altının doldurulamaması 2 Mart’a giden sürecin ana sebebine dönüşecekti.

Açık konuşmak gerekirse, İYİ Parti’nin Millet İttifakı’na dönüşen Altılı Masa’nın iradesine yönelik koruduğu politik iyi niyet, pratikte bir karşılık görmüş değildir.

Bu bakımdan Akşener’in Şubat ayı sonunda yaptığı açıklamalar “gelmekte olanı” görmek istemeyenler açısından geç kalmış bir uyarı niteliğindeydi. İYİ Parti lideri, rövanşist iklimin oluşmaması uğruna yaptığı feragatin yanlış anlaşılmaması gerektiğine dikkat çekerken Millet İttifakı adına İYİ Parti’nin merkeze yönelen siyasal vizyonunun çerçevesini çiziyordu.

AK Parti’ye oy veren yurttaşların, onların da hak ve hukukunu korumak ve rövanşist iklime izin vermemek adına oylarına talip olduğunu belirten Akşener’in hatası, bunu Millet İttifakı yani Altılı Masa adına yapması olacaktı.

İYİ Parti’nin süreç içinde yaptığı yaşamsal hataların sonuncusu ise 2 Mart günü kalktığı masaya, talep ettiği değişiklikleri tam olarak elde etmeden, dahası bu değişiklerden bir sonuç umarak 6 Mart günü tekrar oturmasıdır.

Bugün İYİ Parti’nin yerel seçimler yaklaşırken kendi deyimleriyle “hür ve müstakil” şekilde hareket etme kararı muhalif kamuoyu tarafından “AK Parti mi kazansın?” gibi bir argümanla karşılanıyorsa bunun başlıca sebebi, 6 Mart günü, yapılan sert açıklamaya ve o açıklamanın çağrıda bulunduğu aktörlerin yanıtsızlığına rağmen gerçekleştirdiği geri dönüştür.

Bu geri dönüşün kaynağı ise ittifakın elzem olduğuna dair yaygın kanaat hatta inanç…

Dolayısıyla muhalif kamuoyu, aktörlerin kararlarından ziyade sürecin kendisine odaklanarak başarısızlığı ağır bir şekilde ispatlanmış “mecburiyet” psikolojisini yerel seçimler öncesinde canlandırmayı bir kenara bırakmalıdır.

Öte yandan Altılı Masa’nın miras bıraktığı bu siyasal psikolojinin de bir reformasyona uğraması gerektiği aşikar.

Nitekim bu gerekliliği birtakım sorularla ortaya koyabiliriz:

Bir siyasi parti, iktidar partisinin kaybetmesini birincil amacı olacak şekilde kodlayabilir mi? Üstelik bunun işlemediğinin görüldüğü bir seçim süreci sonrasında.

Eğer mevcut sistemin bu önceliği belirlediği söyleniyorsa olası ittifakın matematiğinin, kendi içinde değişimi sağlamak yönünde bir iradeden yoksun olduğunu kanıtlamakla günlerini geçiren ana muhalefet partisinin hükmünde şekillenmesinin önüne ne kadar, nasıl geçilebilir?

Yoksa herkes, olduğu yerden memnun mu?

Dahası siyaset, yalnızca rakibinizin kaybetmesini öncelik olarak gören bir oyun mudur?

Eğer öyleyse sadece rakibinin, yani AK Parti ve Erdoğan’ın kaybetmesine odaklanmış ve stratejilerini bu yönde oluşturmuş bir siyasi aklın çeyrek asra ulaşmış başarısızlığını nasıl okuyacağız?

Bunun on üç yılına, başarısızlıklarıyla tanık olan bir genel başkanın ve bir siyasi partinin “biz kazanmazsak, o kazanır” şeklindeki argümanını nasıl hala dikkate alıyor olabiliriz?

Siyaset, Altılı Masa’nın ortak açıklamalarının demirbaşı olan sözcükle, iş birliği olduğu kadar çatışma boyutunu da içinde barındırır. Altılı Masa’nın politik bir dramadan ibaret kalışı ve bu dramanın ayartıcılığı, ürettiği ideolojik fantezi sayesinde muhalif kitleleri ikna ederek siyasetin çatışma boyutunu ısrarla göz ardı etmesinin sonucudur.

Bu açıdan bakıldığında 3 Mart günü dağılan ya da eksilen Altılı Masa’nın aslında bu tarihten en az üç ay önce dağılması gerektiği net bir şekilde görülüyor.

Ortak açıklamaların klişesine dönüşmüş iş birliği ise çatışmaların göz ardı edilmesiyle değil, ona yol açan hususların çözümlenmesiyle mümkündür.

Bugün, İYİ Parti ve CHP arasında bir ittifakın olup olmaması hususundaki tartışmalar da siyasetin salt iş birliği boyutu üzerinden şekillenmekte.

Tıpkı Altılı Masa sürecinde olduğu gibi, çatışmanın ya da olası çatışmaların sorumluluğunun ağırlıkla taraflardan birine yüklenmesiyle süren ve iş birliğini onun matematiğini, aktörlerin yapıp ettiklerini, yol açtıkları sonuçları göz ardı ederek dayatan bu tartışmanın “mecburiyet” psikolojisini yeniden üretmek dışında pek bir anlamı yok, ne yazık ki.

Zaten bu psikoloji, yeniden üretilmeye oldukça müsait olduğu için 6 Mart günü kurulan ve seçimlerde ağır bir yenilgi alan ikinci Altılı Masa’nın lider ismi, koltuğunu bunca politik yenilgiye ve yol açtığı siyasal apatiye rağmen muhafaza edebiliyor.

Son olarak şu hususun altını çizmek gerekiyor:

Altılı Masa’yı oluşturan siyasi partilerin liderleri bir şekilde bu mekanizmanın seçim kazanacağına ikna oldu ya da ikna edildi. Bu iknanın başlıca aktörlerinden olan muhalefetin organik entelektüelleri de Altılı Masa’nın, kendisine rağmen kazanacağı inancındaydı.

Sorun şu ki Türkiye’de muhalefet, yerel seçimler öncesinde yine aynı aktörlerle, aynı organik isimlerle denediği yolu tekrar denemenin, o yolu ufak tefek revizyonlarla haklı çıkarmanın peşinde.

Ülkede, muhalefetinin kapıldığı bu siyasetsizlikten çıkış belki de dibi görmekle mümkün olacaktır. Başarısızlıktan başarı hikayeleri çıkaramayacak kadar dibi görmekle…


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 104 times, 1 visit(s) today

Close