9:35 am Siyaset

Kuveytli Turist ve Türkiye’nin Batı’dan Ortadoğu’ya Kayan Yörüngesi

Geçtiğimiz günlerde Kuveytli bir turistin Trabzon’da saldırıya uğraması çok ses getirdi. Saldırı, önce Arap basınında geniş yankı buldu, oradan Türk basınına hatta siyasetçi ve bürokratların demeçlerine yansıdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuyla ilişkili bir açıklama yaptı.

Hatta olaylar öyle bir noktaya geldi ki yayın politikasının merkezine göçmen karşıtlığını oturtan gazeteciler ve medya platformu yöneticilerine polis operasyonları yapıldı.

Bir turistin Türkiye’de saldırıya uğraması ilk kez yaşanan bir olay değil. Türkiye bir turizm ülkesi ve birçok milletten turist darp ya da hırsızlık gibi olaylara maruz kalabiliyor. Bunlar sistematik olmadığı için rutin asayiş sorunları olarak değerlendirilip ona göre soruşturuluyor.

Aynı şekilde Araplara karşı ön yargılı davranış da Türkiye’de ilk kez olan bir şey değil. Türkiye’de milyonlarca Suriyeli sığınmacı yaşıyor ve bu insanlar günlük yaşamlarında sık sık ayrımcılığa maruz kalabiliyor. Ancak bu durum, bugüne dek Erdoğan’ın bizzat açıklama yapmasını gerektirecek kadar hiçbir zaman siyasetin ve medyanın gündeminde yer almadı.

O zaman, bu defaki olay neden bu kadar ses getirdi? Bunun derinde yatan sebeplerine bakalım.

200 Yıllık Batılılaşma

Türkiye son 200 yıldır yüzünü Batı’ya dönmüş bir ülke. Bu, elbette bir seçim olmaktan çok bir zorunluluk. Batı medeniyetinin gelişmişlik açısından diğer medeniyetleri geride bırakması, diğer medeniyetlerin Batı’ya yönelmelerini ister istemez beraberinde getirdi.

Türkiye’de Batılılaşma konusunda en radikal reformlar CHP’nin tek parti döneminde hayata geçirildi. Bu doğrultuda Atatürk ve dönemin yönetici eliti Türkiye’nin İslam ve Arap medeniyetiyle bağlarını kesmek için çok radikal değişikliklere gittiler. Bu değişiklikler Batılı şapka giymeden toplumun kullandığı alfabenin değiştirilmesine kadar bir dizi alanı kapsadı.  

Tek parti dönemi bitip radikal Batılılaşmacı reformlar sona erdikten sonra da Türkiye’nin ana yörüngesi Batı olmaya devam etti. Batı, Türk yöneticilerin atacağı adımlarda hep bir çıpa işlevi gördü. Örneğin hangi alanda bir yasal düzenleme yapılacaksa önce Batı’ya bakıldı, onlar ne yapmışsa Türkiye’de de o örnek alınarak yapılmaya çalışıldı.

Bu durum AKP’nin ilk dönemlerinde de böyleydi. Örneğin alkol düzenlemesi yapılacaksa önce Batı’daki uygulamalara bakılırdı. AKP kendisine yönelik alkole İslami motivasyonlarla sınırlamalar getirdiği suçlamalarına hep Batı’dan örnekler vererek karşı çıkardı.

Ancak son 15 yılda birçok şey gibi Türkiye’nin Batı’ya dönük yörüngesi de değişti. Batı, Türkiye için bir referans olmaktan belki tamamen çıkmadı ama Batı’yla olan bağlar hızla gevşedi. Gevşeyen bağların yerine ise Arap ve diğer İslam ülkeleriyle yeni bağlar kuruldu.

Değişen Küresel Jeopolitik

Türkiye’nin yüzünü Batı’dan çevirip İslam/Arap dünyasına yönelmesinin öncelikle birtakım jeopolitik nedenleri var. ABD ve AB küresel sistem içerisinde eskisi kadar etkin değiller. Hegemonyalarını tamamen kaybetmeseler de, özellikle Çin’in yükselişiyle, eski güçlerinden de uzaklar.

İşte bu yeni küresel konjonktür Türkiye’de Erdoğan yönetiminin ideolojik tercihleri açısından bir fırsat alanı doğurdu.

Hatırlanırsa Erdoğan ve AKP, ilk dönemlerinde gayet demokrat imajı çizen ve kendisini yüzü Batı’ya dönük olarak gösteren bir lider ve partiydi. Ancak gönlünde yatan hiçbir zaman bu olmadı. Bu imaj iktidarını sürdürebilmesi için ulusal ve uluslararası koşulların dayattığı bir şeydi.

Küresel konjonktür değiştikçe Erdoğan da eskisi kadar yüzünü Batı’ya dönme zorunluluğundan “kurtuldu”. Batı demek; demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü demekti. Erdoğan gibi tüm gücü elinde toplamak isteyen bir siyasetçi içinse bunlar ayak bağıydı. Ama Batı’yla yakın ilişkiler sürdüğü sürece bunların ortadan kaldırılmaları mümkün değildi. O da bu sebeple Batı’dan adım adım uzaklaşma stratejisi izledi.

Bu uzaklaşmayı son birkaç yılın işi gibi düşünmek de doğru değil. 2007’den beri adım adım bu sürecin işlediğini söyleyebiliriz. Bir örnek vermek gerekirse Türkiye 2013’te Eurovision şarkı yarışmasına katılmayı durdurdu. Bu, Türkiye’nin kültürel anlamda Batı’dan kopması için atılan belki küçük ama sembolik anlamı büyük bir adımdı.

Nasıl Atatürk döneminde İslam ve Arap dünyası ile olan kültürel bağlar, belli politikalar doğrultusunda bilinçli zayıflatılmışsa Erdoğan döneminde de o derece radikal olmasa da bunun tam tersinin yapıldığını ve halen de yapılmakta olduğunu söyleyebiliriz.

Erdoğan Rejiminin Ekonomi-politiği

Tabii Batı’yla zayıflayan bağları sadece küresel jeopolitik ve onunla bağlantılı olarak kültürel iklimin değişmesi üzerinden düşünmemek gerekiyor. Meselenin aslından çok daha önemli olan bir de ekonomik yönü var.

Türkiye cari açık veren bir ülke. Bu demektir ki ürettiğinden çoğunu tüketiyor, aradaki farkı ise turizm gelirleri ve dış yatırımlarla telafi ediyor.

Ülkeye dış yatırım gelmediği takdirde ekonominin çarkları dönmüyor. Toplumun yaşam standartları hızla düşüyor. Şu anda da zaten böyle bir dönemden geçiyoruz.

Ülkeye dış yatırım da öncelikle Batılı ülkelerden geliyor. Çünkü sermaye fazlası veren zengin ülkeler onlar.

Aynı şekilde turist olarak gelenler de onlar(dı). Çünkü halkları dünyayı gezebilmek için gerekli maddi refah seviyesine sahip.

Ancak son 15 yılda burada da önemli bir dönüşümün yaşandığını görüyoruz. Ülkede kurumsal devletin ve yargı bağımsızlığının yerini keyfî tek adam yönetimine bırakmasıyla Batı sermayesi de tamamen ortadan kaybolmasa bile Türkiye’ye eskisi gibi ilgi göstermiyor.

Batı sermayesinden boşalan yerin ise Arap sermayesi ile doldurulması için yoğun bir çaba olduğunu görüyoruz.

Bu çabanın bir yönü Erdoğan rejiminin inşaat aşkı ile ilgili. Devasa bir rant alanı olan ve Erdoğan rejimini fiilî olarak ayakta tutan inşaat sektörünün ürettiklerini birilerinin satın alması gerekiyor. Yerli talep yetmediğinden ve Batılılar da Türkiye’de yaşamaya o kadar meraklı olmadığından bu konutlar büyük oranda Araplara ve Ruslara satılıyor. Bunun için ülkenin itibarını zedelemeyi göze alarak bir “ev alana vatandaşlık” kampanyası bile başlatılmış durumda.

Bu şekilde bir ekonomi-politik Erdoğan’ın siyasal tercihleriyle de oldukça uyumlu çünkü Arap sermayesi bir ülkeye yönelirken Batı sermayesi gibi liberal ve demokratik birtakım ilke ve kaideler aramıyor. Erdoğan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ya da Katar ile gayriresmî kanallardan kurduğu bireysel ilişkiler üzerinden de o sermayeyi Türkiye’ye getirebiliyor. Tabii o gelen sermaye karşılığında karşı taraf ne alıyor; bu hiçbir zaman bilinemiyor. Arap sermayesinin gelişinde işler Batı sermayesindeki gibi şeffaf yürümüyor.

Sermaye ile benzer bir durum turist kompozisyonu için de geçerli. Eskiden ülkede Avrupalı turist görece daha çok olurdu. Ancak son 10-15 yıldaki otoriterleşme, terör olayları gibi sebeplerden ötürü Batılı turist Türkiye’den ayağını epey kesti. Erdoğan yönetimi bu noktada da kendisi açısından krizi fırsata çevirdi. Giden Avrupalı turistin yerine Arap ve Rus turist gelmeye başladı. Diğer bir deyişle, bu noktada da Batı’yla bağlar gevşerken Doğu’yla ve Arap dünyasıyla güçlendirildi.

Tüm bu ekonomik ilişkiler ağını göz önüne aldığımızda, zengin Kuveytli turiste saldırı sonrası gelişen olayları sadece bir misafirperverlik ve ırkçılık meselesi olarak düşünemeyiz. Ortada değişen küresel konjonktürle bağlantılı değişen bir uluslararası yörünge, bu yeni yörünge ile beraber oluşan büyük bir ekonomi ve o ekonominin desteklediği bir siyasal rejim var.

Erdoğan rejimi kendisini ayakta tutan ekonomiye zarar gelebileceğini sezdiğinde bunu engellemek için birçok yolu deneyebiliyor. Örneğin Devlet Bahçeli gibi uç Türk milliyetçisi olan bir siyasetçi, Arap dünyasını memnun etmek için göçmen karşıtı gazetecilere operasyon yapılmasına olur verebiliyor. Ya da Cihat Yaycı gibi gene farklı ekolden uç milliyetçi başka bir isim, Arap turistlerin önemine dikkat çeken açıklama yapabiliyor. Bu isimleri birleştiren, hepsinin Erdoğan rejiminin ortağı olmaları.

Türkiye’nin Ortadoğu’ya kaymakta olan yörüngesinin yeniden Batı’ya döndürülebilmesi için ise bir rejim değişikliği şart gözüküyor. Ancak mevcut muhalefetle bu, kısa vadede mümkün gözükmüyor.


*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.

Visited 143 times, 1 visit(s) today

Close