Sadece Alman edebiyatının değil 20. yy. dünya edebiyatının da en tesirli isimlerinin başında gelen Hermann Hesse 1877’de Almanya’nın Calw kasabasında doğdu. Misyoner olan babasının baskılarıyla başladığı ilahiyat okulunu yarıda bıraktıktan sonra bir süre muhtelif işler yaptı. 25 yaşında yayımladığı şiirlerle edebiyat dünyasına yazar olarak adım attı. Birinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalan İsviçre’ye yerleşerek Alman saldırganlığını ve militarizmini çok sert bir şekilde eleştiren yazılar kaleme alan Hesse, 1923’te İsviçre vatandaşlığına geçti.
Bugün Alman edebiyatı bağlamında dünyada en çok bilinen, farklı dillere çevrilen ve okunan yazarlardan biridir Hesse. Ömrü boyunca huzuru aramıştır; Siddharta’yla Doğu mistisizmini tanımış, savaş yıllarında içine düştüğü derin bunalımdan kurtulmak umuduyla tanıştığı ünlü psikanalist Jung’un öğrencisi Lang’la tedavi sürecinden doğan bir arkadaşlık bağı edinmiş ve hatta tabiiyetini dahi değiştirmiştir. Doğduğu ülke olan Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki saldırgan ve milliyetçi tutumundan duyduğu rahatsızlıktan ötürü savaşlarda tarafsız kalan İsviçre’nin vatandaşlığına geçmiştir. Eserlerindeki savaş ve şiddet karşıtlığının sadece bir yazar refleksi değil aynı zamanda da kişisel yaşam tercihi olduğunun en net kanıtıdır bu tercih. Mutlu oldu mu bilinmez ama kanımca mutlu bir adamdan bu denli güzel hüzünler de çıkmaz. Hüznün de güzeli mi olurmuş derseniz, Hesse gibi bir dehaysanız eğer evet, olur! Şair Yılmaz Odabaşı der ya hani; “Hüzün mü, başım gözüm üstüne” diye. O hesap işte…
Şanslıyız ki yazarın pek çok metni dilimize çevrildi. Hesse denildiğinde akla bir çırpıda gelebilecek metinlerden bazıları; Narziss ve Goldmund, Boncuk Oyunu, Bozkırkurdu, Rosshalde, Çarklar Arasında… Hesse pek çok okurda farklı bir alımlama süreci yaşatabilen metinlere sahip bir yazar. Örnek olarak Narziss ve Goldmund metninin çok farklı şekillerde okunup anlamlandırılabileceğini söylemek mümkün. Çarklar Arasında romanında genç bir bireye yüklenen sorumluluk ve eğitim sisteminin bireyi nasıl sıradanlaştırıp çarkları içinde öğüttüğü ustaca anlatılır (Onyıllar öncesinden günümüz eğitim sistemine getirdiği inanılmaz isabetli eleştirileri gördükçe, işin içinde olan bir öğretmen olarak ustanın öngörüsü ve dehası önünde tekrar tekrar şapka çıkartıyorum); Rosshalde’de aile içi iletişimsizlik ve aradaki tek denge unsuru olan çocuğun yitiminin yarattığı dram en çarpıcı şekilde aktarılır.
Türk okurunun özellikle son yıllarda tesirinde kaldığı eseri “Bozkırkurdu”dur. En çok bilinen eserlerinin başında gelmesinin nedeni kanımca biz Türk okurlara çok yeni gelen “bireyin hikayesini” anlatmasıdır. Kabul etmek gerekir ki bizler onyıllar boyunca “karakter”in değil “tipin” edebiyatıyla yetiştik ve ereği kendinde olan metinlerle bir kültür bilincine erişmemiz amaçlandı. İşte Hesse, Bozkırkurdu’nda bireyin, toplumdan azade bir adamın; Harry Haller’in hikayesiyle karşımıza çıktı. Kitabın ismi bile kültürün ve birleşmenin, cemiyetin içine dahil olamayan bireyin ve bir doğa adamının hikayesini çağrıştırır. Bu karakterlerin ve bireyin romanı anlayışı bizde yaklaşık elli yıllık bir gelenek. Harry Haller kendi toplumunun Selim Işık’ı, Hikmet Benol’ü hatta yer yer Turgut Özben’i sayılabilir. Bu nedenle Hesse’nin eserlerini Oğuz Atay’la kıyaslamak son derece mümkündür.
Narziss ve Goldmund da yine bize yakın olan ve Hesse namına en çok okuduğumuz eserlerden biridir. Hesse Narziss ve Goldmund romanında eski –kökleri Antik Yunan’a değin varan- bir temadan; zıtlıklardan yararlanır. Bilindiği üzere dikotomik anlayışın kökeni Antik Yunan’a dayanmakta ve bunun belki de zirvesi Nietzsche’de görülmektedir. Nietzsche’nin genel hatlarıyla Doğa-Kültür dikotomisi olarak tasniflenebilecek yaklaşımı Hesse metinlerinde sıkça görülür. Hesse mevzubahis romanında doğa ve kültürü yansıtan, yani bilim ve öğrenme aşkıyla insan doğasının üzerine çıkmayı, onu şekillendirmeyi düşünen Narziss’le, doğanın kucağında yaşamayı ve Tanpınar’ın çok sevdiğim tabiriyle hayat adamı olarak inkişaf etme arzusundaki Goldmund’u roman kahramanları olarak seçer. Bir manastırda başlayan bu dikotomi için seçilen yer de aslında başlı başına bir kopuşun ya da çözülmenin mekanıdır. Dinî bilgilerin ağırlıklı olarak öğretildiği bir okulda, Goldmund doğanın çağrısını duyarak öğrenme dürtüsünün yerine yaşamayı koyar. Böylece kilisenin ya da dinî kurumların yerini onun için doğa ve hayat almıştır. Goldmund’un doğadan uzaklaşması bir başka ve en temel dikotomik unsur olan kadınla tanışmasıyla başlar. Okuldan kaçtıkları bir gün –ki dikkat edilirse burada da bir doğaya dönüşten bahsedilebilir zira insan okul gibi kurumların düzenindense doğanın kaosuna katılmaya daha teşne bir tıynettedir- tanıştığı ve öptüğü bir kızdan sonra doğanın çağrısına kayıtsız kalamaz. Doğanın çağrısı aslında karakterin ismiyle de Hesse tarafından biz okurlara aktarılmıştır. Türkçe çevirilerinde de aktarıldığı üzere Goldmund Türkçede “altın ağız” demektir. Biri doğayı bir diğeri de kültürü seçen karakterlerin hayatı yıllar sonra yine manastırda kesişir ama arada büyük bir fark vardır; Benjamin’dan esinle biri deneyimlemiş biri ise öğrenmiştir.
Yine bir başka romanı Boncuk Oyunu’nda da Hesse doğa ve kültür zıtlığına eğilmiştir. Ütopik bir yerleşim olarak değerlendirebileceğini düşündüğüm özerk bir yerde matematik ve başka bilimlerin yapıldığı fakat ruhani yönün de ihmal edilmediği bir toplulukta geçen bu romanda da bir gelişim romanı havası söz konusudur. Öğrencilikten bu topluluğun başına geçecek ve onların Magister’i olabilecek bir konuma yükselen bir bireyin hikayesidir bu metin de. Yine kültürün yapıntı halinden doğanın kucağına kendini bırakmanın anlatısı söz konusudur.
Hesse’nin az bilinen fakat bence en azından anne-babalarının okuması gereken kitaplarının başında ise Çarklar Arasında romanı gelmektedir. Bu romanda parlak bir öğrencinin, omzuna yüklenen beklenti ve sorumluluklar neticesinde ve anne babasının zoruyla boşluğa sürüklenişini işlemiştir Hesse. Bizde Reşat Nuri Güntekin’in “Yeşil Gece”siyle tematik olarak benzeşen bu roman, günümüzün “harika çocuk” yaratma hevesine bir tepkidir.
Hesse eserlerinde hep huzur aradı tıpkı hayatında olduğu gibi. Nasıl ki Magister Ludi Boncuk Oyunu’nda tatlı ve serin suda -bir kültür adamının doğanın kucağına kendini bırakışı- huzuru bulmuşsa Hesse de yerleştiği İsviçre’nin küçük kasabası Montagnola’da huzur içinde hayata gözlerini yummuştur. Arkasında, okuyup kendi içsel yolculuğumuzda bize rehber olacak onlarca metin bırakarak…
*Yazılar, yazarlarının sorumluluğundadır, Fikirtepe‘nin kurumsal politikasını yansıtmayabilir.